18 Ocak 2013 Cuma

SENFONİ


Bu sabah nedense aklıma lise yıllarında ki tiyatro merakım geldi. O yıllarda okulumuzda olmayan tiyatro kolu için deli gibi çabaladığımı hatırlıyorum. Bizim okulda bir kulüpler vardı bir de kollar. Kulüpler haftada bir ders saati boyunca yapılan aktivitelerdi. Kollar ise daha önemliydi. Onların toplantıları olur, çalışmaları okul saatleri dışına da taşardı. Üsküdar Amerikan gibi bir okulda neden, nasıl bir tiyatro kolu olmadığını bilmiyorum ama yılların 78-81 yılları arası olduğunu düşünürsek belki de anarşinin en tavan yaptığı zamanlar olmasından dolayı okul bizleri siyasetten bizi uzak tutmanın yolu olarak görmüş olabilir. Neyse bütün çabalamalarımın sonucunda “Tiyatro Kolu” açılmasına sebep olamadıysam da en azından tiyatro kulübümüz olmuştu.

Bütün bu merakımın doğal bir sonucu olarak üniversite için konservatuara gitmek istemiş ama evden şiddetli bir karşı çıkma ile karşılaşmıştım. Sevgili üvey babamın “solcu” olacağım korkusu içinde beni göndermeye izin vermediği Genco Erkal oyunlarına anneminde desteğiyle gizli gizli giderdim. Hatta lise sonda İngilizce edebiyat dersi için Bertolt Brecht üzerine yazdığım mezuniyet tezimi bile ondan saklı hazırlamıştım. Allah’tan yatılıydım!

Baktım konservatuara gitmenin bir yolu yok, tiyatro ile iç içe geçmiş psikoloji merakımı, daha makul karşılanır umuduyla, dile getirmiştim. Ancak umduğumun tersine bu sefer “ deli doktoru mu olacaksın? Zaten evlenip çoluk çocuğunun başında oturacaksın, bırak bu işleri “ gibi algılamakta zorluk çektiğim bir tepki ile karşılaştım. Evde üvey babaya karşı çıkmanın mümkünü yok ama bende illa okuyacağım. Çare olarak başarılı bir iş adamı olarak karşı çıkmayacağından emin olduğum işletmeyi seçtim. Her ne kadar üvey babamda “ boş işler, zaten çalışmayacaksın bari kimsenin hakkını alma “ havası varsa da bundan geri atmadım ve üniversiteye girdim.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum, 27 sene okuduğum üniversitenin hakkını vererek ticaret hayatında çalışmışsam da, yapmak istediklerim hep içimde kaldığından olsa gerek, dönüp dolaşıp gene psikolojiye ve sanatın muhtelif dallarına döndüm. Ha iyi bir tiyatrocu olur muydum? Sanmıyorum ama iyi bir psikolog olurdum.

Hep dediğim gibi, kendi iç sesimizi duymaya, dinlemeye başladıktan sonra içimizde yerleşmiş tüm istekler, arzular, korkular, kızgınlıklar, kırgınlıklar birer birer ses vermeye başlıyorlar. Bir sürü zorunluluk, gereklilik altında bastırılmış kendi benliğimiz, biz kendisine izin verirsek, sesini yükseltiyor izni koparınca. Kendimizin bize söylediği bu yeni müziğe bedenimiz bile uyum sağlıyor zamanla. Hatta bu yeni ben o kadar yüksek söylüyor ki şarkısını, eski benin müziği zar zor duyuluyor gerilerden bir yerden. Daha da güzeli eskiden bizden ayrılmaz bir parça olan öfke ve kırgınlık kolay kolay yer de bulamıyor bu yeni senfonin içinde. Allegro havasında gidiyor müziğiniz.

Bütün mesele kendi iç sesinizi duyabilmekte, onun dediklerine paye vermekte… Bu sesi duyup, onun size dediklerini anlayıp önemserseniz gerisi kendiliğinden geliyor zaten.

18.01.2013

7 yorum:

Unknown dedi ki...

Hiçbir zaman, hiçbir şey için geç kalınmış değildir...Yarına ertelenmiş her hayal, pişmanlıklar hanesine eklenmiş yeni bir maddedir....

Unknown dedi ki...

Yasemin Hanım yukarıda yazdıklarınız Diğer bölümlerinizde ki gibi ,farklı sebeblerdende olsa bir çok insanın yaşadıklarını resmetmiş bizlere ; geçenlerde okuduğum Aret Vartanyan'ın "bin yüz bir insan" kitabında da tamamen bu konu işlenmişti.zevkle ve sıkılmadan okuduğum bu kitabı bu konuya paralel olarak size nacizane tavsiye edebilirim

Saygılarımla

Yasemin Pforr dedi ki...

Yorumunuz ve öneriniz için teşekkürler Mehmet Bey..Kitabı ilk çıktığında okumuştum..:)Aret Vartanyan'ın tüm kitaplarını okudum. Severim kendisini ama beni benden öteye götürmüyor..Sanki onunla aynı yerlerde geziyormuşuz gibi hissediyorum..

Unknown dedi ki...

evet, kitabın içeriği yazdıklarınızla tamamen paralellik içeriyor ,bu arada bende Vartanyan'ın "sen ve ben"ine başlayacaktım ama araya sizinde bildiğiniz başka bir kitap girdi :)

Yasemin Pforr dedi ki...

Bence "sen ve ben " diğerinden daha etkileyici bir kitap... "bin yüz bir insan" da tekrar var ya da ben "sen ve ben" i daha önce okuduğum için öyle geldi...benim kitabımı öne aldığınız için teşekkür ederim...

Yasemin Pforr dedi ki...

Yasemin Hanım, bir yazınıza yorum yapmaya çalışırken "Tahsiliniz Sosyoloji mi yoksa Psikoloji mi bilemiyorum ama" diye yazmıştım..Siz de bu yazınızda belirtmişsiniz..Evet, kesinlikle iyi bir psikolog olurdunuz..Yaşamı böyle derinlemesine analiz edebilmek herkesin harcı değil..Ama, üzülmeyin..Bu yeteneğinizi hayatı irdeleyen yazılarınızla bizlere zaten hissettiriyorsunuz...Tebrikler..:))
ATİLLA AKBATUR

Unknown dedi ki...

evet haklısınız ,kitap hep aynı arayış üzerine olduğu için tekrarlar olmuş olabilir,sizin kitabınızda farklı konular olmasının yanında,ifadeleriniz ,betimlemeleriniz yani anlatımlarınız beni cezbeden bu yüzden sizin kitabınızı bir an önce okmak istedim daha önceki sohbetlerimizden birinde de belirttiğim gibi ben bu tür anlatımları çok beğeniyorum ve sonuç olarak , iki güzel kitabın beni bekliyor olması çok güzel :)