23 Ekim 2018 Salı

TORONTO GÜNLÜKLERİ - 8

SOSYAL HAYAT 

En son günlük yazdığımdan bu yana on gün geçmiş. Yavaş yavaş alışıyorum şehre ve biraz da soysal hayat girmeye başladı devreye. Geçen sabah havayı 1 derece görünce yani hissedince valla gerisin geri yatağa attım kendimi. Allah'tan o öyle bir gün geldi geçti ama genelde 4-8 derece arasında oynuyor hava. 11-12 derece oldu mu, bir de güneş varsa eğer ooo bugün güzel hava muhabbeti dönüyor buralarda. Buna karşılık Türkiye'den arkadaşlarım hâlâ denizde yüzerken el salladıkları fotoğraflarını göndermiyorlar mı?! Hafif bir gıcık olma durumu var bende. Şaka söylüyorum, sefaları bol olsun. İlk bir kaç gün havaya adaptasyon sorunu çektikten sonra yapacak bir şey yok kazak giyerek boynuma da  fular, ayağıma çorap, bot attım kendimi sokaklara. Tabii altımızda araba yok, nereye gidersek gidelim en azından bir kısımını yürümek farz, onun için hava durumu mühim konu. Bu soğukta parklara, göle gidip macera yaratmaya gerek yok. Amerikalıların 'barhopping' diye bir terimleri vardır. Bir gecede o bardan bu bara giderek gezmek anlamına gelir. Ben de bar değil ama 'kafehopping' şeklinde gezindim bir kaç gün. Tabii aynı günde değil. Starbucks'ı zaten oldum olası sevmem, o ve benzeri zincir kafelar değil de mahalli kafeler bulmaya çalıştım. Bilgisayarımı, defterimi, kalemimi, kitabımı alıp bir gün ona bir gün buna şeklinde yürüme mesafesinde olan kafeler keşfettim. Kafeler şeker, yiyecekler kiminde daha güzel kiminde vasat ama zincir kafelerden daha ucuz oldukları kesin. Yalnız gürültü konusunda bizden aşağı kalır yanları yok. Herkes bağıra bağıra konuşuyor. Aynı mahalleden birbirini tanıyan da çok oluyor. Hey you, how are you? nidaları veya orta yaşı geçmiş kadınların bir arada oturdukları masada kadının biri anlattığı konunun tüm kafeyi ilgilendireceğini varsayarak acayip yüksek sesle konuşması ya da torunuyla gelmiş bir anneannenin çocuğa sahip çıkamayışındaki çaresiz bağırışların arasında ne okumak ne de yazmak pek mümkün değil. Gene de iddialıyım, yazdım ama ortaya matah bir şey çıkmadı doğal olarak. Okumayı hiç beceremedim. Çaresiz sağla solla muhabbete daldım. Türküm dediğimde boş boş bakıyorlar. Bür tanesi 'sadece Ankara biliyorum o da başkentiniz olduğundan' dedi. Ben İstanbul'danım dediğimde de biri 'haa Konstantinopol' dedi. Durum bu cihette olunca, hava zaten ya yağmurlu ya soğuk, okuma - yazma eylemi için kafelere gitmekten vazgeçtim. 

Bu arada annem Toronto'da yaşayan bir okuruna - bilmeyenler için annem yemek yazarıdır -  benim Toronto'ya geldiğimi yazmış, sizi arayabilir mi falan diyerek. Bana burada çevre yapmaya çalışıyor sağ olsun. Neyse Mr. Basu'yla konuştuk. Kendisi Kanada'ya yıllar evvel göç etmiş bir Hintli. Adamcağız bana çekinerek haftasonuna burada Uluslararası Yazarlar Festivali ( Toronto Internatiınal Festival of Authors) var, gelmek ister misin dedi. Aman ben cennet bulmuş gibi atladım tabii. Cumartesi günü Mr. Basu'yla buluştuk. Sen kimsin, ben kimim kahvesinden sonra festival, sonra da Hint yemeğe gittik. Etkinlikte bazı yazarlarla ayaküstü tanıştım. Yazarların çoğu göçmen. Kitaplarını okumadım ama özetlerinden bir çoğu göçmen romanları yazmışlar, onu anladım.Orada kitaplarını da imzalıyorlardı ama kitaplar 20-35 Kanada Doları arası değiştiği için uzak durmayı tercih ettim. Hem dönüşte hepsini nasıl taşıyacağım kitapların gibi bir sorun daha var. Bir kaçı Mr. Basu'da varmış, veririm sana okursun dedi. Süper!!! Bir de Hintli bir kadın yazar vardı. İnşallah onunla da bir gün kahve içip sohbet edeceğiz. Bu haftasonu da buradaki bir yayınevinin gene festival kapsamında bir daveti varmış. Mr. Basu ona da davet etti beni. Arkasından da sitar konserine. Herhalde Hint kültürünü bayağı hatmedeceğim bu gidişle! 

Festivalden çıkıp yemek yiyeceğimiz yere doğru yürürken bir an kendimi New York Times Square'de sandım. Koca koca ışıklı panolar, gene gökdelenler. Mr. Basu'nun dediğine göre bunlar hep son on senenin yapılanmasıymış. Şehir merkezindeki o koca binalarda stüdyo daire 500.000 Amerikan Doları civarı dedi. Köşeyi dönünce gene koca bir ekran, hem de metro istasyonunun üstünde, hokey maçı gösteriliyor. Halk da birikmiş orada, ellerinde biralar maçı izliyorlar. Hiç bağırışma, tepişme falan yok. Kalabalık ama herkes sakin. Ürkmüyor insan. 

Pazar günü de buradaki Ankara Kitaplığının düzenlediği bir etkinlik vardı. Ankara Kitaplığı buraya yıllar önce yerleşen Türklerin kendi çabalarıyla gönüllü kurdukları bir kütüphane. Ayda bir etkinlikler düzenliyorlarmış. Türkçe okuma ve yazmayı arttıracak faaliyetler yapmayı arzu ediyorlar. Öykü atölyesi yapabilir miyim diye bana sordular. Daha konuşup düşüneceğiz, neler yapılabilir diye. Kültür Üniversitesi'nden yazar, şair, çevirmen Prof. Dr. Yusuf Eradam'ı getirmişler konuşmacı olarak. Haiku Bilinci üstüne bir konuşma yaptı hocamız. Ben de Toronto'da yaşayan bir çok Türkle tanıştım. Beni şaşırtan Türkiye'den Kanada'ya doğru göçün son on yılda arttığını düşünmeme rağmen bir çok yaşı ileri hanımın beyin de olması ve otuz-kırk yıldır burada yaşadıklarını öğrenmem oldu. Neden, nasıl, niçin kısmı araştırılacak tabii. Bir hanımın hikayesini öğrendim bile ama o bende dursun şimdilik. 

Çok uzadı yazı gene. Özetle burada herkes kendi ilgi alanına göre yapacak bir şeyler buluyor. Konserler, sergiler, performanslar gırla. Biz Türklere göre kur yüzünden biraz pahalı bu etkinlikler. Onun için iyi seçip gitmek istiyor insan. Ulaşım da kolay olduğu için İstanbul'da ki gibi bir - birbuçuk saatlik bir etkinlik için iki saat yol gidemem deyip vazgeçmiyorsun. 

Ezcümle şimdilik hayat iyi :) 



Hiç yorum yok: