GÜMÜŞ GECE - NALAN BARBAROSOĞLU

Öyle planla olmuyor bu okuma işleri. En azından bende olmuyor. Araya öyle kitaplar giriyor ki, planıma aldığım The Hours kitabına bir türlü ulaşamıyorum. Gene öyle bir durumla karşı karşıyayım. Bir öykü kitabı bitti, diğeri okunuyor.

Sonbahar geldi, yazı atölyeleri başladı. E, biz de başladık tabii. Bir buçuk senedir ders aldığım sevgili hocam Nalan Barbarosoğlu’nun geçen sene bir türlü bulamadığım Gümüş Gece’si yeniden basılmış bu arada. Kitap bir heves alındı. Bir göz atıp sıraya konmaya niyetlenildi ama ne mümkün! Bir başladım, çakıldım kaldım. Beni daha ilk öyküsünden içine aldı. Savurdu savurdu bıraktı… Eh! Zaten öykü atölyesi yapıyoruz; The Hours romanı başka bahara bırakıldı, öykü kitaplarına devam. Saramago’nun Ölümlü Nesneler isimli öykü kitabı okunuyor şimdilerde.

İnsanın hocasının kitabı hakkında yorum yapması zor. Ancak tarafsız bir gözle bakmaya, hoca değil de yazar olarak bakmaya çalıştım. Öykü atölyeleri sayesinde tanıdığım Nalan Barbarosoğlu’nun kalemiyle geçen sene çıkan Okur Postası adlı kitabıyla tanışmıştım. Derslerde biz yazıp o dinlediğinden kalemini pek duyamamış bir öğrencisi olarak ilk Okur Postası’nda fark etmiştim yazarın kullandığı yumuşak dilin derin kesen keskinliğini. İlk basımı 2004 yılında yapılmış Gümüş Gece’de bu keskinlik daha da net görülüyor. Kağıt kesmesi gibi, okuduğunuzda ilk önce irkilterek acıtıyor, sonra diğer cümlelerin müziği içinde acı hafifçe dağılıyor ancak öykü bitip bir durduğunuzda kanamaya başlıyor. Bu yüzden, okuduğum öykünün dalgalanımlarını, hare hare yayılıp tüm benliğimi kaplamasını ve beyin kıvrımlarımın, ruh tünellerimin içinde yerine oturmasını beklediğimden her gün bir öykü okuyabildim ancak. Giymeye kıyamadığım bayramlık kırmızı rugan pabuçlarım gibi özenle, gümüşi bir ay gibi dile getiremediğim kırgınlıklarımın üzerine yansıdığından bitmesinden korkarak…

Öykülerinde bugün yaşadıkları hayatın içinde kendilerine bir türlü yer bulamayan, kırgın, ıssız karakterlerin iç dünyalarında dolaşıyoruz. Geçmişte yaşanan acıların, travmaların, özlemlerin bugüne ve geleceğe yansımasını okuyoruz. İlk öyküsünde anlattığı Gülnaz karakterinin diğer öykülerde de yan karakter olarak karşımıza çıkması kitaba bir bütünlük kazandırıyor. Öykülerin çoğunun zamanı kitabın adından da anlaşılacağı gibi gece olmakla birlikte, gece olmasa da karakterlerin ruhlarındaki yıldızsız kara geceleri okura aktarıp bizlerin, karakterlerin gecelerinin içinde ilerlerken kendi karanlık dehlizlerimize girmemize, belki duyduğumuz ama dinlemediğimiz iç sesimize kayıtsız kalamamamıza neden oluyor.

Tüm öykülerinde genellikle - bana zaman zaman fazla gelen- pastoral bir anlatımla verdiği şiirsel bir melankoli hakim. Ancak Necip Tosun’un Nisan 2010’da çıkan Kitap-lık Dergisi’nin 137. Sayısında dediği gibi “Ne var ki melankoli, onda bezgin bir kahır olarak değil, aydınlanma anının başkaldırısı ve coşkusuyla hayatiyet kazanır. Öyküler, kaybedişlere, yitirişlere ağıttır ama açık bir şekilde umuda, geleceğe, güvene kapı aralar. Öykülerde, hayatı kapkara gösteren bir bezginlikten çok hayatın kıymetinin bilinmesi amaçlanır. Çünkü onun anlatıcıları/kahramanları hayatın değersiz oluşunun değil, aksine bu güzellikleri kaçırmış olmanın acısını çekerler. Öykülerde yenilginin değil, öfkenin ve başkaldırının yüceltimi vardır. Amaç bu güzelim hayatı yaşanmaz kılan olumsuzlukları mahkûm etmek, insan deneyiminin altını çizmektir: “Mutsuzluk, mutluluğu öğreten çok iyi bir deneydir, umutsuzluğa düşmeden bir umuda sarılamazsınız. Belki dibe vurmak gerekiyor. O duygusal bilgi kalıcı oluyor.”

11 öyküden oluşan Gümüş Gece’de içinde kaybolduğum öyküler; Kostümlü Hayalet, Gölgeli Gece, Kedi Belleği, Küçük Bir Mola, Kör Nokta Ve (Parantez). Öykülerde anlatılan karakterlerle hiçbir benzerliğim olmamasına rağmen duygu noktasında birleştiğimden sarsıldım, savruldum, kanadım…

Cumhuriyet dönemi Türk kadın öykücüleri arasında saygın bir yere sahip olan Nalan Barbarosoğlu’nun bu kitabını, kendinizle yüzleşmeye, kendi karanlık tünellerinizde gezinmeye, ayın gecenizin üstüne gümüşi bir şavkımayla yansımasına hazırsanız kesinlikle okumanızı öneririm. Ben de bir gün, sonsuz zamanda onun gibi, insanın kendinin bile kaçtığı, ulaşılmaz, en kuytu köşesine dokunabilen öyküler yazabilmenin imkânsız hayallerini kurayım.


Hiç yorum yok: