Öyle planla olmuyor bu okuma işleri. En azından bende
olmuyor. Araya öyle kitaplar giriyor ki, planıma aldığım The Hours kitabına bir
türlü ulaşamıyorum. Gene öyle bir durumla karşı karşıyayım. Bir öykü kitabı
bitti, diğeri okunuyor.
Sonbahar geldi, yazı atölyeleri başladı. E, biz de başladık
tabii. Bir buçuk senedir ders aldığım sevgili hocam Nalan Barbarosoğlu’nun
geçen sene bir türlü bulamadığım Gümüş Gece’si yeniden basılmış bu arada. Kitap
bir heves alındı. Bir göz atıp sıraya konmaya niyetlenildi ama ne mümkün! Bir
başladım, çakıldım kaldım. Beni daha ilk öyküsünden içine aldı. Savurdu savurdu
bıraktı… Eh! Zaten öykü atölyesi yapıyoruz; The Hours romanı başka bahara
bırakıldı, öykü kitaplarına devam. Saramago’nun Ölümlü Nesneler isimli öykü
kitabı okunuyor şimdilerde.
Öykülerinde bugün yaşadıkları hayatın içinde kendilerine bir
türlü yer bulamayan, kırgın, ıssız karakterlerin iç dünyalarında
dolaşıyoruz. Geçmişte yaşanan acıların, travmaların, özlemlerin bugüne ve
geleceğe yansımasını okuyoruz. İlk öyküsünde anlattığı Gülnaz karakterinin
diğer öykülerde de yan karakter olarak karşımıza çıkması kitaba bir bütünlük
kazandırıyor. Öykülerin çoğunun zamanı kitabın adından da anlaşılacağı gibi
gece olmakla birlikte, gece olmasa da karakterlerin ruhlarındaki yıldızsız kara
geceleri okura aktarıp bizlerin, karakterlerin gecelerinin içinde ilerlerken
kendi karanlık dehlizlerimize girmemize, belki duyduğumuz ama dinlemediğimiz
iç sesimize kayıtsız kalamamamıza neden oluyor.
Tüm öykülerinde genellikle - bana zaman zaman fazla gelen-
pastoral bir anlatımla verdiği şiirsel bir melankoli hakim. Ancak Necip Tosun’un Nisan 2010’da
çıkan Kitap-lık Dergisi’nin 137. Sayısında dediği gibi “Ne var ki melankoli,
onda bezgin bir kahır olarak değil, aydınlanma anının başkaldırısı ve
coşkusuyla hayatiyet kazanır. Öyküler, kaybedişlere, yitirişlere ağıttır ama
açık bir şekilde umuda, geleceğe, güvene kapı aralar. Öykülerde, hayatı kapkara
gösteren bir bezginlikten çok hayatın kıymetinin bilinmesi amaçlanır. Çünkü
onun anlatıcıları/kahramanları hayatın değersiz oluşunun değil, aksine bu
güzellikleri kaçırmış olmanın acısını çekerler. Öykülerde yenilginin değil,
öfkenin ve başkaldırının yüceltimi vardır. Amaç bu güzelim hayatı yaşanmaz
kılan olumsuzlukları mahkûm etmek, insan deneyiminin altını çizmektir:
“Mutsuzluk, mutluluğu öğreten çok iyi bir deneydir, umutsuzluğa düşmeden bir
umuda sarılamazsınız. Belki dibe vurmak gerekiyor. O duygusal bilgi kalıcı
oluyor.”
11 öyküden oluşan Gümüş Gece’de içinde kaybolduğum öyküler;
Kostümlü Hayalet, Gölgeli Gece, Kedi Belleği, Küçük Bir Mola, Kör Nokta Ve
(Parantez). Öykülerde anlatılan karakterlerle hiçbir benzerliğim olmamasına
rağmen duygu noktasında birleştiğimden sarsıldım, savruldum, kanadım…
Cumhuriyet dönemi Türk kadın öykücüleri arasında saygın bir
yere sahip olan Nalan Barbarosoğlu’nun bu kitabını, kendinizle yüzleşmeye,
kendi karanlık tünellerinizde gezinmeye, ayın gecenizin üstüne gümüşi bir
şavkımayla yansımasına hazırsanız kesinlikle okumanızı öneririm. Ben de bir
gün, sonsuz zamanda onun gibi, insanın kendinin bile kaçtığı, ulaşılmaz, en
kuytu köşesine dokunabilen öyküler yazabilmenin imkânsız hayallerini kurayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder