KEŞKE BUGÜN KENDİMLE KARŞILAŞMASAYDIM - HERTA MÜLLER

2009 Nobel ödüllü Herta Müller’in 1997 yılında Almanya’da yayınlanan Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım adlı kitabı Siren Yayınları tarafından 2015 yılında Türkçeye kazandırıldı. 1953 yılında doğan yazar, Romanya’da yaşayan azınlık Alman bir ailenin kızıdır. 1987 yılında Berlin’e yerleşinceye kadar Romanya’da Çavuşesku döneminin faşizan baskısı altında yaşar. Tüm eserlerinde bu dönemin izleri görülür.

Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım, ne zaman sorguya çağrılacağı belli olmayan, her an çağrılacağı tedirginliğiyle yaşayan, tekstil fabrikası işçisi isimsiz kadın kahramanın evinden çağırıldığı sorgu yerine gitmek için bindiği tramvay yolculuğunu anlatıyor. Süresi belli olmayan bu yolculukta, sırasız bir şekilde kahramanın hayatından parçaları okuyoruz. Başlarda karışık gelse de zamanla bu parçalar yerine oturuyor ve kahramanın hayat hikâyesini öğreniyoruz. Tramvayın durakları gibi onun da hayatındaki durakları okuyor, tramvayın sarsıntıları arasında kahramanın hayatındaki sarsıntılarla birlikte biz de okur olarak sarsılıyoruz.

Faşist bir rejimin altında baskıyla yaşayan sıradan insanların ezilişlerini, korkularını, endişelerini, hayata bakış pencerelerini, kimlik arayışlarını, aşklarını, ilişkilerini, güvensizliklerini anlatmış bu hayat hikâyesi üzerinden. Bu rejim altında bu dünyadan usanmanın dört şekli olduğunu söylüyor; hiç sorguya çekilmemiş olmak ve delirmemiş olmak, sorguya çekilmemiş olmak ama gene de delirmek, sorguya çekilmiş ve delirmiş olmak ve sorguya çekilip henüz delirmemiş olmak. Sorgu ve delirme ana başlıkları oluşturuyor. Gizli servis tarafından sorguya çekilme,  ne zaman çağırılacağını bilmeme, sorgudan sonra ne olacağını bilememe korkuyu, belirsizliği dolayısıyla hayata ve çevredeki insanlara güvensizliği ve şüpheyi tetikliyor. İnsanın kendi ailesinden de ihanet ve güvensizlik tohumları ekilince böylesi bir rejim altında yaşamak daha da zorlaşıyor. Gerçekten delirmemek için inanılmaz bir çaba gerek. Münasebetsiz mutluluk diyor sık sık nadiren mutluluğu yakaladığı anlarda. Bu terimi sevdim; münasebetsiz mutluluk. Dediği gibi aniden, tesadüfen gelebiliyor olur olmadık yerde. Onca ağırlığın içinde münasebetsiz sırıtıyor, öyle ki kahramanımız bile yadırgıyor. Son sorgusuna giderken çantasına koyduğu diş fırçası ve macunu, okura neler olacağı konusunda bir öngörü veriyor gibi duruyor ama hikâye kahramanın durağını kaçırıp bir sonraki durakta inişiyle yolunu değiştiriyor. En son kalesinin de yıkılışını okuyoruz.


Anlatılanları ağırlığı nedeniyle kitap okuru kasvetli bir atmosfere sokuyor ama asla sıkıcı değil. Zaman zaman anlatılanların sırasız olması insanın kafasını karıştırabiliyor ancak ilerledikçe taşlar yerine oturuyor. Nokta ve virgül haricinde hiç bir noktalama işareti kullanmıyor yazar. Ünlemi de soru işareti de cümlenin içinde. Belki de dayatılan sıkı kurallara bir başkaldırış, bilmiyorum. Ben anlatıcı olarak anlatılmış ve kitabın çoğunluğu bilinç akışı tekniğiyle yazılmış. 

Yaşadıklarından olmalı, sert bir yazar Müller. Yazdıkları beyinden, yürekten yumuşakça geçmiyor, kimi zaman akla kimi zaman yüreğe takılıp kalıyor. Ben sevdim. Tramvayla raylar üzerinde sarsılarak, penceresinden zorlu bir hayatı seyrederek gitmeye hazırsanız okuyun derim. 

Hiç yorum yok: