Barış Bıçakçı’nın Sinek Isırıklarının Müellifi adlı kitabını
okudum en nihayet. Sosyal medyada sık sık yayınlanan aforizmalarından olsa
gerek, popülerliğinden dolayı bende bir okumama isteği oluşmuştu. Sonra okuma
zevklerine ve edebiyat bilgilerine güvendiğim kişiler tarafından tavsiye
edilince okumaya karar verdim.
Kitap bende karışık bir duygu bıraktı. Bunun iki nedeni var.
Birincisi bir romandan alıştığımız klasik anlamda bir olay örgüsüne sahip,
olayların duygu ve düşüncelerle eşit ağırlıkta olduğu bir kurguya sahip
olmaması. Bende daha ziyade öykü tadında bir novella hissi uyandırdı. Belki de klasik
roman formatında beklediğim için sayfalar boyunca ilerlerken bir olay örgüsü, zirve
yapacak ya da akışı değiştirecek bir kurgu oyunu umdum. Psikolojik olarak roman
beklentisine girip öykü formatıyla karşılaşınca adapte olmam bir süre aldı. İkincisiyse
tanıdığım birçok kişi tarafından methedilen Bıçakçı’nın okuduğum ilk eserini
beğenme zorunluluğu hissetmem. Gene psikolojik! Başlarda Cemil karakterinin
içine bir türlü girememek, yedinci bölümün ilk cümlesi olan “Nazlı evde kendisini kederli bir palyaçonun beklediğini biliyordu. “ veya devamında gelen “ Cemil’in bütün gün evde ruhsal söküklerle
uğraştığını da biliyordu “ gibi, daha önce birçok eser vermiş bir yazardan
beklemediğim, bana yavan gelen cümlelerle karşılaşmak, nedense beğenme
zorunluluğu hissettiğim bu yazarın kitabına karşı beni tereddütte bıraktı.
Kitap, ana karakteri Cemil’in bir yayınevine roman dosyasını
bırakmasıyla yayınevinden altı ay sonra gelen cevaba kadar geçen süreci
anlatıyor. Yazar olabilmek için işini bırakmış, evin maddi yükünü doktor olan
eşi Nazlı’ya yüklemiş Cemil’in bu süre içinde yapabildiği tek şey beklemek. Bu
süre içinde Cemil karakterini, bugünkü karakterini oluşumuna neden olan çocukluğunu, geçmişini, takıntılarını, dünya görüşünü,
arkadaşlıklarını ve Nazlı’ya olan aşkını görüyoruz. Oturdukları toplu konutlar
ve buradaki yaşamın ince detayları Cemil’in de hayat içindeki sıkışmışlığının
yansıması âdeta. 166 sayfalık kitabın içine serpiştirilmiş birçok derin konu
var, bunları daha derinine işleseydi dedirten. Öylesine ortaya bırakılmış
görünen, derinliği satır aralarında gizli, okurun çözümlemesini bekleyen birçok
konu. Kırklı yaşlarında olan karakterlerin hayatı sorgulayan bölümleriyse, ben
de yakın zamanda o yaşlardan geçtiğim için sanırım, bende karşılığını bulan,
kendi düşüncelerimi karakterlerin düşünceleriyle harmanladığım bölümler.
Ana temanın beklemek olduğu kitapta, bölümler kısa kısa.
Bazen yarım sayfalık bölümler bile var. Birbirinden kopuk kopuk gibi görülen
bölümler toplamda bize Cemil’in hikâyesini anlatıyor. Bir yandan da beklerken
insanın düşüncelerinin oradan oraya zıplaması gibi, hikâye de oradan oraya
zıplıyor. Bana göre birkaç bölüm hikâyeye hizmet etmediği için gereksiz. Birçok
yazar ve kitabın ismi zikredilmiş. Bazıları dışında, bu kadar isim zikretmenin hikâyeye
katkısını çözemedim. Cemil’in kendi gençlik ve yaşlılık haliyle karşılaşması
bana J.L. Borges’ın Öteki öyküsünü
hatırlattı nedense.
Belki ben de yazar olma isteğinde olduğum için, Cemil’in
Editör Hanım’la içsel konuşmaları daha ilgimi çekti. Bu bölümlerde yazarlıkla
ilgili düşüncelerini, bir yazarın iç dünyasını okurken, bazı noktalarda kendimi
gördüm. 68. Sayfada yazdığı “ Karman
çorman hissedişin tane tane çözüleceğini, yeniden, bu kez mükemmel bir düzen
içinde bir araya geleceğini ve hayatın bir anlama kavuşacağını hayal etmek:
yazmak “ cümlesi bana yazmaktaki bilinçaltı amacımı ortaya çıkaran bir
cümleydi mesela.
Aforizmalarla ilgili düşüncelerini de açıklamış yazar.
Edebiyat bilgimizi aforizmalarla sınırlamaya eğilimli bir toplum olduğumuzdan,
aforizmalarla dolu bir kitap genelde beni itiyor. Bu nedenle “ Aforizma modern insanın kullandığı bir ağrı
kesicidir. Hiç olmanın ağrısını dindirir. Sonra ağrı yine başlar.” cümlelerini
sevdim.
Yalın, süsten uzak bir dili var Bıçakçı’nın.Bu benim de tercih ettiğim dil. Yukarıda
dediğim gibi aforizma olacak cümlelerle süslemeye meraklı yazarların arasından
bu anlamda sıyrılıyor. Cümleleri bazen akmaya izin vermeyecek kadar kısa. Genelde
vurucu olsun diye kullanılan kısa cümleler Bıçakçı’nın genel yazı biçimi gibi
duruyor. Başka eserini henüz okumadığım için bu şimdilik bir varsayım. “ Yeni bir biçimde yazmayacaksak, neden
yazıyoruz?” diye soran öykü yazarı Nalan Barbarosoğlu’nun sorusuna bir cevap
gibi Barış Bıçakçı. Bu kitabının sonunda “bayıldım “ diyemesem de, daha iyi
anlamak ve çözümlemek adına diğer kitaplarını da okuma merakı uyandıran bir
kitap oldu Sinek Isırıklarının Müellifi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder