NERANTZULA - PANAIT ISTRATI

Sevgili Hocam hediye etti kitabı. Daha geçtiğimiz gün. Cuma akşamı. Derse başlamadan evvel hepimize, tüm öğrencilerine, bu çalışmada ona verdiğimiz coşku ve sevinçten dolayı hissettiği mutluluğu göstermek için, her birimizin karakterine, ruhuna uygun kitapları hediye etti. Öylesine. Mutlulukların zor yakalandığının bilincinde, bizlerin, bir senedir öğrencileri olan bizlerin, onun çabalarının karşılığını verme çabamızın onun yüreğinde, belki de sönmekte olan mutluluk duygusuna kıvılcım oluşunu kutladı bu şekilde.

Öyle bir grup olduk biz bu altı kişi. Birbirini hiç tanımadan, yazma tutkusuyla birleştiğimizden beri, kırgınlıklarımızı döktüğümüz yazılarımızın da etkisiyle olsa gerek, tüm kalbimizi açabildiğimiz, duru bir içtenlik, saf bir çocuksulukla birbirimizin karanlık odalarında gezindik. Zaman zaman birbirimizi eleştirdik acımasızca, olmamış dedik nasıl olduracağımızı deli gibi düşünerek. İyi olsun, çarpıcı olsun istedik öyküsü. Hiç kıskanmadık birbirimizi. Her bir kalemin kendi rengi olduğunu bilerek, o rengin daha da canlı ortaya çıkması için çabaladık el birliğiyle. Sevdik birbirimizi özetle. Hesapsız, kitapsız, çıkarsız sevdik.

Bu kitap da öyle bir kitap. Marku’nun Epaminondas’la paylaşmak zorunda olduğu Nerantzula’ya pırıl pırıl aşkının arasında gezdirirken bizi, saf duygunun, dolu dolu bir coşkunun doruklarında gezindiren bir kitap. Yaşadığımız her şeyi tümüyle, kendimizi tamamen vererek, iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla hissederek yaşarsak ancak bir bütün olabildiğini anlatan bir kitap. “ Neden insan birdenbire her konuda düşüncelere kapılır, küçük hesaplar yapar ve özellikle akıllıca davranır? Sakınmak neye yarar?  Kendimizi cimrilik ederek harcamanın karşılığında elimize geçen ne? “ diye soruyor kitabın 27. sayfasında. Ve cevabını veriyor 88. Sayfada; “Ey acınası koca herifler! Kokuşmuşluk içinde keyif çatmaktan başka şey düşünmeyen, Okyanus’un sonsuzluğundan, yaşamın büyüklüğünden habersiz, güneşten zarar görmeyen, fırtınadan heyecana kapılmayan sümsükler…

Doksan beş sayfalık novella tadında bir kitap. Dili şiirsel, hikâye masalsı. İki erkeği de sevebilen, bunu yaşamak isteyen Nerantzula’nın kabul edilebirliği olmadığı gibi, bu iki erkeğin iki rakip olmalarına rağmen aynı aşkta, aynı tutkuda buluşmuş olmalarının verdiği dostluk da alışılmışın dışında. Kıskançlıkla hayranlık arasında gidip gelen bu dostluk, Epaminondas’ın,  değer yargılarının öngördüğü gibi, kıskançlığı yana ağır basınca dostluk bitiyor. Bu noktada yazar onu “kafası bulanık “ olarak niteleyebilecek kadar kabul görmüş değer yargılarına karşı çıkıyor. Belki de tüm bu aykırılığı barındırdığı için masalsı geldi bana. Hani olmayacak her şey ancak masallarda olur ya.


“ Okuyacağın her şeyin önüne al, ilk önce bunu oku”, dedi bana hocam kitabı verirken. Neden öyle dedi, benim neyi görmemi istedi bilmiyorum. Zaman zaman ümitsizliğe kapılıp vazgeçtiğim yazma tutkumun içinde başarı kadar başarısızlık da barındırdığını ve bunun yazma sürecinin bir parçası olduğunu, bütünün mutluluk kadar acı da barındırdığını mı görmemi istedi; nedense hiç yazamadığım aşk konusuna bambaşka bir bakış açısı olduğu için beni tetiklemesi için mi verdi; yana, acıya, kavrula içinden yepyeni bir ben çıkan aşk hikâyemi olduğu gibi kabul edip iç huzura kavuşmamı mı istedi; öykülerimde genellikle klasik bir anlatım dil seçtiğimden bambaşka anlatım biçimleri olduğunu görmemi mi istedi; hiç bilmiyorum. Her neydiyse sebep beni Panait Istrati’yle tanıştırdığı ve bu harika kitabın satırları arasına yolcu ettiği için Hocam’a derin teşekkürlerimi sunuyorum. 

Hiç yorum yok: