10.Ekim günü Thomas Bernhard’ın dört öyküden oluşan Goethe Öleyazıyor
’unun ikinci öyküsünü bitirmiştim Ankara’daki patlamayı duyduğumda.
Ondan sonra durdu zaten hayat. Birkaç gün elime ne kitap alabildim ne de kalem.
Sonra içimdeki acıyı dindirmenin bir yolu olarak döndüm gene okumaya.
İlk, otobiyografik bir roman olan Kiler’le tanışmıştım
Bernhard’la. O kitapta hem savunduğu hayat felsefesiyle, hem de yazım ve
biçimde aykırı, isyankâr, yaramaz bir çocuk gibiydi yazar. Bu öykülerde de
öyle. Gene tüm öyküler tek bir paragraftan oluşuyor, tekerleme gibi tekrarlar
var Kiler’deki gibi.
Kitabın ilk öyküsü olan Goethe Öleyazıyor’u maalesef
anlamadım. Çözebilir miyim diye kitapta
bahsi geçen Wittgenstein, Eckermann, Krauter ve Riemler’i araştırdım. Haklarında
bayağı bir bilgi edindim ama öyküyü çözemedim ve ellerimi kaldırıp pes ettim. En beğendiğim öykü Yeniden Karşılaşma oldu.
Bana göre, gene otobiyografik bir öykü. Kendisinin on altı yaşında ailesinin ona
çizdiği yoldan vazgeçmiş olduğu haliyle, vazgeçmemiş olsaydı olacağı hali
karşılaştırmış. Çocukluklarını tıpatıp benzer geçirmiş iki çocuğun elli iki
yaşında karşılaşmaları. Aralarındaki tek fark dağ tatillerine gittiklerinde , birinin
ailesinin, doğada fark edilmek için giydiği kırmızı çorap ve şapkalar, diğerinin
ailesinin doğayla bütünleşmek için giydikleri yeşil çorap ve şapkalar. Toplumun
genel kurallarına karşı duran Bernhard’ın kırmızı çoraplı olduğuna inanıyorum.
Diğer yeşil çoraplı aileden gelen yaşıtı ise on altı yaşında ailesine karşı
gelmeden yaşamaya devam etseydi olacağını hayal ettiği kendisi. Zaten öykünün
sonunda yeşil çoraplı “hiçbir şey hatırlamıyorum “ şeklinde cevaplıyor
anlatıcının “ hatırlıyor musun? “ sorusunu. Hatırlamıyor çünkü öyle bir hayat
yaşanmadı. Diğer bir öykü Montaigne okumak için kuleye gizlenen bir çocuğun
öyküsü. Bernhard’ın Montaigne hayranlığının izleri görülüyor bu öyküde. Son
öyküyse memleketi Avusturya’ya olan sevgisizliğini alenen gösteren bir öykü.
Bana göre biraz sıradan.
Her ne kadar okuması kolay bir yazar olmasa da, ben
seviyorum Thomas Bernhard’ı. O tatlı isyankârlığıyla, ince bir ironiyle insanın
içindeki hassas noktalara farklı dokunuşunu okumak beni de alıştığımın dışına
bakmaya zorluyor. Keskin bir acıyla yoğrulduğumuz bugünlerde hemen arkasından
okuduğum Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’üyle birlikte yüreğimdeki hüzne,
kafamdaki karmaşaya merhem gibi geldi her ikisi de. Sevgili Arsız Ölüm'ün yorumu bilahare...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder