1988’de yaşama veda eden Amerikalı şair ve kısa öykü yazarı
Raymond Carver’ı bu sabah neden elime aldım bilmiyorum. Yeni bitirdiğim Herta
Müller’in romanından sonra biraz da öykü diyerek kütüphanemin başına geçtiğimi
hatırlıyorum. Kafamda, son zamanlarda yabancı yazarlar okuduğum için, bu sefer
Türk bir yazarın öykü kitabını okuma niyeti varken pek de kalın sayılmayacak
128 sayfalık, gri kapaklı Fil -Raymond Carver’ın bana göz kırpmasıyla, kitap
elimde koltuğuma gömülmüş buldum kendimi.
4 Oscar ödülü alan Birdman filminde sahneye konması
planlanan oyun Carver’ın Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz adlı öyküsünden yola
çıktığından, filmi seyrettikten sonra Raymond Carver hakkında okumuş,
okuduklarımdan anladığım kadarıyla filmin Carver’ın ruhunu, çizgisini
yansıtmadığı hissine kapılmıştım. Koskoca Oscar ödüllü filmi eleştirmek bana mı
düşerdi? Yazar ve yazdıkları hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak için, o
sıralarda piyasaya çıkan Fil adlı kitabını alıp koymuştum okunacaklar arasına.
Kitaptaki yedi öykü, ölümünden önce çeşitli dergilerde
yayınlanmış ama hiçbir kitapta yer almamış son öyküleri. İlk olarak 1988
yılında İngiltere’de basılmış. Altı öyküde benze bir dili yakalamışken, yedinci
ve yazdığı son öykü Ayak İşi sanki bambaşka bir dilde yazılmış. Ayak İşi’nde
Anton Çehov’un ölümünü, gerçek bilgileri kurgunun içine oturtarak anlatmış.
Karaciğer kanserine yakalandığı zamanlarda yazdığı bu öykü sırasında bir
yazarın ölümünü mü düşünüyordu acaba? Öyküde, otel çalışanın, Çehov içeride ölü
yatmasına rağmen son anda yere düşmüş mantarı alması, ne kadar ünlü olursa
olsun bir yazarı ölüm sonrasında sıradanlaştırıyor muydu? Bilmiyorum. Ben o
öyküyü çok anlamadım desem.
Çok genç yaşta, on dokuz yaşında, on altı yaşındaki ilk
karısıyla evlenen Carver, hayatın sorumluluklarını çok erken omuzlanmış, kısa
zamanda dört kişi olan ailesini geçindirmek için her tür işi yapmış. Bu ağır
yükün altından kalkabilmek için içkiye başvuran yazar, 1977 yılında çeşitli
denemelerden sonra alkolü bırakmış. Okuduğum bazı yorumlarda, yazarın
öykülerinin alkolü bırakmadan önce ve sonra olarak iki döneme ayrılabileceği
yazıyordu. Öncelerini bilemesem de, bu öykülerinde kendi hayatının izleri
görülüyor. Kendine en yakın öykü,
çevresindeki herkesin ondan para beklediği, rüyasında ona ellerini
bırakabileceğini söyleyen file benzettiği babasını gördükten sonra, o da
kendisini fil gibi sağlam, güvenilir gördüğü ve her şeyi para olarak görmeyi
bırakıp hayatın akışına kendini bırakan isimsiz kahramanın olduğu Fil sanki. Son
öykü hariç, diğer öykülerinde ilişkiler ön planda. Anne, baba, eş, eski eş,
yeni eş gibi çeşitli ilişki formlarının içinde geziniyor ve bize az kelimeyle,
noktaya atış gözlemlerle çok şey anlatıyor. Ben en çok Samimiyet ve Çocuk
Oyuncağı adlı öykülerini sevdim.
Amerika’da kısa öykünün canlanmasına destek olan Carver’ın
öyküleri çok gerçek. Kapıcılıktan üniversitelerde ders vermeye varan,
yazabilmek için gece bekçiliği bile yapan Carver’ın yaşam öyküsü de öyküleri
kadar etkileyici. Toplumun her katmanında geçmiş yaşamı, öykülerindeki
karakterleri zenginleştirmiş. Öykülerindeki gerçeklik, benzer bir durumun içinde olmuş olabilir ya da
her an olabileceğiniz hissine sokuyor okuru. Çok yalın, sade ve direk anlatıyor
öykülerini. Bu anlamda okuması kolay bir yazar. Çetin yaşam mücadelesi sayesinde derin insan öykülerini iyi ki okudum dedim kitabı bitirdiğimde. İyi ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder