Hiç güneşin aheste aheste, istemeye istemeye, ona
buna şuna burun kıvırarak, doğmama lüksü olsaydı doğmazmış duygusu
vererek doğduğunu düşündünüz mü? Mert Balaban düşünmüş. 1982, İstanbul doğumlu Mert
Balaban, 2015 Aylak Adam Öykü Ödülü’nü almış İşyerlerine Akşam Vakti Çöken Hüzün adlı öykü kitabının yazarı. Bir
ilk kitap. Benim gibi, günün birinde bir öykü kitabı çıkarmayı hayal edenleri
hayallerinden vazgeçmeye kadar vardırabilecek derecede kıskandırıcı güzellikte
bir ilk kitap.
Yedi öyküden oluşan bu kitabın ilk öyküsü olan, aynı
zamanda kitaba da adını vermiş İşyerlerine
Akşam Vakti Çöken Hüzün adlı öyküsünü okumuştuk geçenlerde yaptığım yazı
atölyesinde. O gün vurulmuştum anlatımına, yakaladığı küçük detayları ince bir
kara mizahla okura sunmasına. Hele hocamız bu bir ilk kitap deyince çok
şaşırmış, hemen alınıp okunacaklar listesine koymuştum. Böyle hayranlık dolu
bir hasetle alıp okumak için sıraya koyduğum bir ilk kitap daha var, gene bir
öyküsünü derste okuyup bayıldığım. O da 1980 doğumlu Ömür İklim Demir’in Muhtelif Evhamlar Kitabı adlı kitabı. Benden
yaşları epeyce küçük olan bu yazarların böylesi
başarılı ilk kitaplarını okuyunca gelecekte daha birçok muhteşem eserler
vereceklerini düşünüp seviniyorum.
İçinde yaşadığımız toplumun hikâyelerini anlattığı
öyküler bunlar. Otobüste, minibüste veya metroda yan yana oturduğumuz, sokakta
belki de hiç fark etmeden yanlarından geçtiğimiz yalnız insanların. Öyle ince bir
mizahla anlatıyor ki, bir yandan gülerken bir yandan da içiniz derin sızlıyor. Toplumsal
eleştirisini de bu mizahın içine saklıyor. Girişte örneğini verdiğim gibi bir
durum, bir hal veya bir ortamı öyle güzel tasvir ediyor ki, o anlatılanı berrak
bir resim gibi önünüzde görüyor, daha da ötesi o anın içindeymişçesine hissediyorsunuz.
Müthiş başarılı.
Beğenmediğim hiçbir öykü olmadı. Ancak beni en
çarpan Üç Küçük Çocuk adlı öykü oldu.
İşyerlerine Akşam vakti Çöktü Hüzün ve
Necla Hanım’a Ait Sütun Bacaklar diğer
favori öykülerim. Öykülerde yan karakter gibi görünen karakterleri bile ana karakter
kadar canlılıkla anlatıyor. Onların kendi hikâyelerini de ana hikâyenin içine öyle
güzel yedirerek veriyor ki ortaya her santimetre karesi net, tüm resmi olanca
berraklığıyla anlatan bir fotoğraf çıkıyor. Öyle ki, bir okur gibi uzaktan
değil de hikâyenin geçtiği yerde yakından bir seyirciymiş gibi hissediyorsunuz.
Yalın, sade, temiz bir Türkçeyle yazmış öyküleri.
Öykülerinde sık sık başvurduğu rüyalar ise apayrı bir lezzette. Diyaloglar çok
gerçek. Hani bir ilk kitap olduğunu bilmesem kesinlikle bir ilk kitap
olduğunu anlamayacağım bir öykü kitabı. Bu kitap yüzünden kitap çıkarma
hayallerimden tamamıyla vazgeçmesem de bayağı bir öteledim.
Ben kitaba bayıldım, bayıldım, bayıldım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder