BLINDNESS (KÖRLÜK) - JOSE SARAMAGO

Uzun zamandır okunacaklar rafımda bekleyen Blindness (Körlük) ‘ı neden bugüne kadar elime alıp okumadım bilmiyorum. Her zaman iç güdümün beni yönlendirmesiyle okuyacağım kitabı seçerim. Belki bu sefer, ülkemizde yaşanan olayların neticesinde içimde gittikçe yoğunlaşan kaos duygusu, kitabın arka kapağında kısaca anlatılan kaosta karşılığını bulduğu için en nihayet okumaya karar verdim.

31. Mart günü tüm ülkeyi kapsayan elektrik kesintisi sırasında okumakta olduğum bu kitap, kesintinin garipliği kadar medeniyetin en önemli ögelerinden elektriğin yoksunluğunda hissedilen, süreli olduğu için çoğumuzun bastırdığı dehşetin ulaşabilecek boyutunu hissettirdi. Kitapta ki hükümetin gittikçe yayılan körlük salgınına karşı takındığı duyarsız tavır, hükümetimizin konu hakkında açıklamasız, bilgisiz tavrıyla çok örtüştü. Kendimi kesintinin uzaması halinde, elektriksiz ve susuz bir ortamda hayal ederken buldum. Tüyler ürperticiydi.

Trafik lambasının yeşile dönmesini beklerken aniden kör olan bir adamla başlayan hikâye, adamın göz temasında bulunduğu herkesin de kör olmasıyla devam ediyor. Gittikçe yayılan körlüğün nedenini ve tedavisini bulamayan hükümet çareyi bu kör insanları artık işlevi olmayan, metruk bir akıl hastanesinde karantinaya kapamakta buluyor. Neredeyse düşman gözüyle bakılan bu kör insanlara her gün yenileri ekleniyor. Her çeşit insanın bir arada bulunduğu düzensiz bir ortamda beklenebileceği gibi anlaşmazlıklar, çatışmalar baş gösteriyor. Su, temizlik malzemesi, ilaç vb. gibi medeniyetin sunduğu imkanların hiç birinin olmadığı bir yerde, gören gözleri de olmayan insanların tüm giyinmiş oldukları değerlerden soyunup en ilkel yanlarını ortaya çıkararak hayatta kalma mücadelesi sergilediklerini okuyoruz satırlarda. İyilik, güzellik, doğruluk, adalet kavramlarının anlam değiştirdiğine şahit oluyoruz.

İsimsiz bir yerde, belirsiz bir zamanda, adları olmayan karakterlerle yarattığı bu ütopik dünyada körlüğü bir simge olarak kullanmış 1998 Nobel ödüllü yazar. Kitapta körlük simsiyah bir körlük değil, bilakis sanki çok fazla ışıktan oluşan bembeyaz bir körlük. Kitabın sonlarına doğru, hikâyede nedense tek kör olmayan doktorun karısı, bunu “ belki de görürken bile körüz” diyerek açıklıyor. Yaşadığımız dünyada bize kabul ettirilmiş inançlarla kendi özümüzü göremediğimizi, kendi doğrularımızın üstünde parlayan toplumsal doğruların ışığında bir anlamda kör olduğumuzu söylüyor.

Hikayede iyilik ve kötülük, doğru ve yanlış keskin çizgilerle verilmiş. Bu anlamda masalsı bir havaya bürünüyor hikâye. Hükümet son derece duyarsız ve ilgisiz, bu kör insanları karantinaya kapatıp kendi hallerine bırakarak mutlak kötüyü temsil ediyor. Karantinaya kapatılanlardan elinde silah olan bir grubun, kendilerini diğerlerinden ayırıp ayrı bir koğuşta  yer edinmeleri ve ellerindeki tek silahla diğerlerine dehşet saçarak yönetimi ele geçirmelerinde de mutlak bir kötülük var. Devletin bina içindeki temsilcileri gibiler. Diğer koğuşlarda yaşayanlarınsa demokratik bir şekilde çözümler yaratmaya çalışmalarında da başarısızlıklar görüyoruz. Demokrasinin de her zaman işe yaramadığını anlatıyor âdeta. Kör olduğunu söyleyerek kocasıyla birlikte karantinaya alınan doktorun karısı tek gören olarak, diğerlerini yönlendiren, yol gösteren doğal bir lider oluyor. O olmasa tamamen çözümsüzler. Bir yönlendiricinin liderliğinde korkuya dayalı gücün değil, işbirliğinin, paylaşımın çözüm olabileceğini anlatıyor.


Diyalogların cümlelerin içinde verilmesi, cümlelerin neredeyse bir paragraf oluşturacak kadar uzun olması kitabı okumayı zorlaştırıyor. Ancak bu zorluk, hikâyenin etkileyiciliğini bir nebze olsun azaltmıyor. 2008 yılında baş rolünde Julianne Moore’un oynadığı filmi de çekilmiş bu kitabın bir çokları tarafından okunduğunu düşünüyorum. Ancak henüz okumamış olanların kesinlikle okumalarını tavsiye ederim. Abartılı bir şekilde verilmiş bu ütopik dünyanın çok da uzağında olmadığımızı hatırlatmak isterim.

Hiç yorum yok: