15 Ocak 2013 Salı

YAŞAMANIN DAYANILMAZ ÖZGÜRLÜĞÜ


Almanya’dayım… Yarı hristiyan olmama rağmen çocukluğum hariç hiç Noel kutladığımı hatırlamıyorum. Yeni yıla da ömrüm boyunca bir kere hariç hep memleketimde girdim. Zaten oldum olası sevmem yılbaşı kavramını. Benim için Aralık’ın son günü ile Ocak’ın ilk günü arasında hiçbir fark yoktur. Bakmayı ve görmeyi bildikten sonra deliye her gün bayram misali bana her gün yılbaşı…

Herkesin son derece iyi niyetle birbirine yolladığı “yeni yılda sağlık, başarı ve mutluluk “ dileklerinden ziyade ben bunlara ulaşmayı mümkün kılan alt ruh halleri ile ilgileniyorum daha çok. Bunun için yeni yıla girmeden önce geçecek olan yılla ilgili bir bilanço çıkardım kafamda. Her yeni gelen senenin umutlarının geçmiş senede yaşananların üzerine inşa edildiğini düşündüğümden… Belki yanılıyorum ama benim için öyle…

Senelerdir hiçbir Noel veya yılbaşı ziyaret etmeyi akıl etmediğim babamı, onlar için özel olan bu dönemde ziyaret etmek istedim bu sene. Son dönemde sık sık rahatsızlandığından bir daha bunu yapma şansımın olup olmayacağını bilmediğimden sanırım. Buraya vardığımızda babamın bana hayatında sarılmadığı kadar sıkı sarılıp “iyi ki geldiniz, bu benim belki de son Noel’im “ dediğinde gözlerinden akan mutluluk ve sevgi selini görünce yeni işe başlamış olmama rağmen hayatımda verdiğim en doğru kararlardan biri olduğunu düşündüm. Bunca senedir hep kendimin anlaşılmasını beklemiş ama hiç onun tarafından bakmamışım ilişkimize. Belki de ilk defa sevgimiz karıştı birbirine sarılışımızda...

Bu seneye Ocak’tan itibaren baktığımda 2012’yi “öğrenci” olduğum bir sene olarak özetleyebilirim. Hayat konusunda çok şey bilmeme rağmen “yaşamak” konusunda dünyaya yeni gelmiş bir bebek kadar bilgisiz ve safmışım. Her şeyden önce öfkeden arınan yüreğimle etrafımdaki her şeye sevgi ile bakabilmeyi, onların bana sundukları güzellikleri görmeyi ve içime çekmeyi öğrendim.  Hepimizin plan veya gelecek veya herhangi bir ismin altına sakladığı beklentiyi tamamen arkada bırakıp günün bana sunduklarının keyfini çıkarmayı öğrendim. İnsanın kendini bırakınca önüne kendiliğinden bir çok hoşluğun, keyfin düştüğünü gördüm. Sadece görmek, fark etmek ve kendini akışa bırakmak gerek.

Bu sene hiç mi kötü günlerim olmadı? Oldu, olmaz mı? Özellikle sene başında…  Ancak sene içinde ilerledikçe yaşanan her şeyin olması gerektiği için yaşandığına inandım. Bu yaşadığım kötü şeylere daha pozitif bakmama ve yaşananlardan alacağım derse bakmama imkan verdi. Almam gereken dersi fark edebildiysem yaşananı geride bırakıp ileri yürüdüm. Bu gün ise “her şey olması gerektiği gibi “ söylemine hala inanmakla birlikte, aslında “her şeyin bizim gördüğümüz, görmek istediğimiz gibi” olduğuna inanıyorum daha çok. Kendimiz ile ilgili farkındalığımız ne kadar çoksa olaylara daha pozitif ve öğretici olarak bakabilmemiz o kadar kolay oluyor. Kendimizden ne kadar çok kaçarsak hayata karşı o kadar acı bir tat kalıyor dilimizde. O zaman “yaşamak”  birçoğunun dediği gibi tiyatro sahnesinde oynanan bir rolden ibaret oluyor. Oysa ben rol yapmak istemiyorum… Zaten beceremem.

49 yıllık ömrümün 48 yılında yaşar gibi yapmışım. 2012’de ise yaşamayı öğrendim. Daha gidecek çok yolum var ama bir kere yola çıkıldı mı eninde sonunda bir yere varılır biliyorum. Önemli olan ilk adımı atmak ve ben attım… Hayatımda ilk defa yeni bir yıla umutla, güzel duygularla başlıyorum. Yeni yılda bu sene öğrendiklerimin üzerine daha da koyup yaşamın tadını çıkarmayı hedefliyorum. Öfke, kırgınlık gibi olumsuz duygulardan arınıp sevgi ve hoşgörü ye yoğunlaşmış iç dünyamla evrenin bana sundukları ile “yaşama”yı planlıyorum. Bu noktaya gelişimde az veya çok etkisi olan herkese sevgilerimi ve şükranlarımı sunuyorum.

Herkese “yaşama”nın dayanılmaz özgürlüğünün hissedildiği bir 2013 diliyorum…

30.12.2012

Hiç yorum yok: