KAMBUR - ŞULE GÜRBÜZ

Gene bir havaalanı keşfim Şule Gürbüz’ün ilk kitabı Kambur. Uçağı beklerken her havaalanında bulunan kimi büyük, kimi küçük kitapçılarda gezinmek, adını hiç duymadığım bir yazarın kitabını almak benim için neredeyse bir ritüele dönüştü. Bu seferde Gümüşlük Akademisi’nde Nalan Barbarosoğlu’nun verdiği Halikarnas Balıkçısı Atölyesi’ne katılmak için Bodrum uçağını beklerken, olan az vaktimde sigara, çakmak, sakız, çikolata, bisküvinin yanı sıra kitaplar içinde dört sıra yer ayırmış bir dükkânda Sait Faik kitaplarının yanında tek başına dururken buldum Kambur’u. Belki tek başınalığıydı beni çeken. Bilmiyorum.

Hakkında hiçbir şey bilmediğim, uçakta araştırmak için imkânımın olmadığı bu kitaba karanlıkta el yordamıyla ilerler gibi başladım. Görünürde 92 sayfalık ama içindeki boşlukları da hesaba katarsanız ancak 50 sayfa tutabilecek bu kitabı hem kısalığı, hem de içeriği nedeniyle bir solukta okudum. İnsanı çarpan bir asiliği vardı yazarın. Durmadan ölüyorum yaşayabilmek için – belki de bütün psikanalizi tersine çevirmek gerek; yaşamın saçmalığı rüyalarınkinden kat kat fazla, ve zamanın hızı, tehlike getiriyor, başka değil. veya Ben dünyaya olup biteni hayretle izlemeye ve şaşırmaya gelmişim – durmadan şaşırmaya. cümlelerinde ifade ettiği gibi içinde bulunduğu dünyada kendine bir yer bulamadığını, etrafında olan bitenlerde bir anlam göremediğini kitabın tümüne yayılan kimi zaman kopuk kopuk gibi görünen anlatıda okuyorsunuz. Yazarın kullandığı absürd dil, içinde bulunduğumuz dünyanın kabul gören değerlerinin absürdlüğünü daha da vurguluyor. İlginç olan bu kitabı on sekiz yaşında yazmış olması. Ancak kitabı bitirdikten sonra ulaşabildiğim bu bilgi beni epeyce şaşırtıyor çünkü hem kullandığı dil, hem de içinde yaşadığı isyanı ifade edişi hiç on sekiz yaş gibi değil. Çok görmüş geçirmiş, acıların içinden geçmiş biri hissi uyanıyor insanda.

Daha sonra edindiğim bilgiye göre, İspanyol Dili ve Edebiyatı ve Felsefe okumuş olmasına rağmen artık yok olmaya yüz tutmuş mekanik saat tamirciliği yapıyor olması şaşırtmıyor beni. Yaptığı bir röportajda, bu mesleğin ona istediği yalnızlığı, sessizliği ve düşünme fırsatını tanıdığı için yazarlığına destek olduğunu söylüyor. Kitaptaki neredeyse her cümle bilinen, kabul görene aykırı olduğu için bu mesleği de duruşuna yakıştırıyorum hatta.

50 sayfa olmasına, on sekiz yaşında yazılmasına rağmen her cümle düşünmeye değer ağırlıkta bir kitap. Kendi içindeki isyan ve bunu dile getiriş biçimi insanı sarsıyor, düşündürüyor. Kendini kambur olarak tanımlamasında da ince bir ironi seziyorum. Sanki bu dünyanın geçer düşünce yapısına bu kadar aykırı duruşuyla bu dünyada bir kambur gibi durmasına rağmen o bu duruşundan memnun. Başka bir bakış açısıysa bu dünyayı kendine bir kambur olarak görüyor da olabilir.

Bizim gibi yazmaya çalışanları kıskançlıktan çatlatacak bir ilk kitap Kambur. Belli bir kurgusu olmamasına rağmen iç durumunu anlatışındaki içtenlik, cümlelerin sağlamlığı, dilin beceriyle kullanılışı, yazarın on sekiz yaşında olduğu düşünülürse, yazmanın da doğuştan bir yetenek olduğu tezini kuvvetlendiriyor. Çok yazarak daha iyiye ulaşmaya çalışan bizler için biraz sinir bozucu. Ancak o genç yaşında, henüz hayatında fazla yaşanmışlık olmadan bu kadar kuvvetli bir metin yazabilmiş olması, bu gün kırk bir yaşında olan yazarın 2011 yılında çıkardığı ilk öykü kitabı Zamanın Farkında ve 2012 yılında çıkardığı ikinci kitabı Coşkuyla Ölmek’i bende fazlasıyla merak uyandırıyor.


Hiç yorum yok: