SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM - LATİFE TEKİN

Sevgili Arsız Ölüm,1983’te basıldığından beri, sık sık okuma listeme girip, nedense bir türlü bugüne kadar okuyamadığım bir kitap. Latife Tekin’in kurucularından olduğu Gümüşlük Akademisi ile yolum kesişip kendisiyle tanışınca, hep ertelediğim kitabını okumam farz oldu. Belki de bilinçaltımda kitabın ismiyle Ankara Katliamı’nı birleştirdim. Bilmiyorum.

Daha kitabın arka kapağında yazdığı, kitabın kurgusunun kendi çocukluğuna dayandığını anlatan yazının son cümlesi olan “ Keşke onu daha soluk soluğa, daha parçalanmış bir teknikle, daha erken yazabilseydim.” cümlesi çarptı beni ilk. Henüz kitabı okumadan parça parça olmuş bir yüreğin sesi geldi kulağıma. Soluk soluğa tanımlaması ise kitap için biçilmiş kaftan. Kullandığı yazım tekniğiyle gerçekten soluk soluğa bir ritmi olan bir roman. Çoğunlukla kullandığı kısa cümleler ve masalsı bir dille yakalamış bu ritmi.

Büyülü gerçekçilik, gerçek olayları sihirli ve mantık dışı anlatan bir akımı ifade eden bir terim. Tekin’in bu kitabı da, Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlığı gibi büyülü gerçekçiliğin çok iyi bir örneği. Ancak ben kabul edilmiş edebiyat tanımlamalarından çıkıp masalsı gerçekçilik tanımını kullanmak istiyorum.  İçerdiği cinler, perilerle, mantık ve mantık dışının arasında gidip gelmesiyle, ifade biçimiyle her bir satırının gerçek olduğunu bildiğiniz bir masal okuyorsunuz sanki. Hikâye, dil, anlatım sıcacık sarmalıyor okuru. Gerçekten büyüleyici…

Romanda anlatılan ailenin köydeki yaşantısını anlatan ilk bölümünde o kadar yerel dil kullanımı var ki, zaman zaman anlamakta zorlanırken, yerel dil zenginliğimize şaşıyorsunuz. Her derde çare olarak dayak, büyü, okuma, üfleme gibi iç burkucu olaylarla örülü olmasına rağmen ailenin aralarındaki dile getirilmemiş sevginin varlığı bir tül gibi örtüyor hikâyeyi. Bu sessiz sevgi zaman zaman iyileştirici, zaman zaman bağlayıcı, zaman zaman da yıkıcı, parçalayıcı olarak çıkıyor karşımıza. Ailenin annesi Atiye’nin karanlığa gömülmüş geçmişiyle köksüz, oluşturduğu bu yeni aileye tırnaklarını geçirerek tutunuşu, aileyi bir arada tutmak için çırpınışı hazin. Anadolu kadının kendini yok edip, hiçliğin getirdiği bir güçle nasıl da ailenin  isimsiz temel direği olduğunu görüyorsunuz. Aile içindeki olaylardan kaçmak için hayâl dünyasına sığınan Dirmit Kız ise, “içinin nereye baksa titrediğini, yüreğinin çırpınıp durduğunu, bir uçan kuş görse gözlerinin dolduğunu, bir çiçek koklasa taştığını söyledi. “Deniz çekiyor beni, gök çağırıyor!” diyerek, kitapta şiir yazdığı için sürekli dayak yemesine rağmen, ileride edebiyatın içinde yer alacağının ipucunu veriyor. Latife Tekin'in geçenlerde yaptığı, 5.Zeynep Cemali Edebiyat Günleri kapanış konuşmasında söylediği “ İyi edebiyat doğaya aittir; dağların ırmakların yanına eklenir. “ cümlesiyle nasıl da örtüşüyor! Bir anlamda da, biz yazmaya çalışanlar iyi yazmanın nasıl olması gerektiğini de görüyoruz Dirmit Kızda.


Yer yer o kadar gerçek dışı gibi geliyor ki olaylar veya olayların anlatımı gülümsemeden geçemiyorsunuz. Ancak kitabın son satırını okuyup kapağını kapattığımda, hem, özellikle hikâyenin kadın karakterleri için hem de hikâyeden ayrılıyor olduğum için yüreğimi kaplayan hüzne eşlik eden birkaç damla gözyaşı döktüğümü de söylemeliyim.

Hiç yorum yok: