Zaman: Haziran 2013, Mekân: Gezi Parkı
Son birkaç yıldır kitap tanıtımı yapıyorum ama bu başka! Kitabın içeriğini
Kiltablet yoldaşlarımın öyküleri oluşturuyor. Bu anlamda kitabı tanıtmak hem
çok heyecanlı hem de çok zor. 2016’da Kiltablet’i çıkarmak için bir araya
geldiğimiz arkadaşlarımın kalemlerinin tınısını, öykülerinin satır aralarında
gezen ruhlarını artık çok iyi hissedebiliyorum. 2013 yılında yazılmış bu öyküler
bana onların – bugünlere gelmeden evvel – geçtikleri yolları, yazma aşkının ilk
filizlendiği zamanlarını fısıldıyor. Sanki bugünkü başarılarının sırrını
çözecekmiş gibi heyecanla başlıyorum kitaba.
Kiltablet yoldaşlarımın öyküleri oluşturuyor. Bu anlamda kitabı tanıtmak hem
çok heyecanlı hem de çok zor. 2016’da Kiltablet’i çıkarmak için bir araya
geldiğimiz arkadaşlarımın kalemlerinin tınısını, öykülerinin satır aralarında
gezen ruhlarını artık çok iyi hissedebiliyorum. 2013 yılında yazılmış bu öyküler
bana onların – bugünlere gelmeden evvel – geçtikleri yolları, yazma aşkının ilk
filizlendiği zamanlarını fısıldıyor. Sanki bugünkü başarılarının sırrını
çözecekmiş gibi heyecanla başlıyorum kitaba.
Haziran sayımızın teması “gezdik – gördük” olunca, bu kitabı, 2013 Haziranında
yaşananları on iki farklı bakış açısıyla yazılan öyküleri tanıtmak çok uygun olur
diye düşündük. Ne de olsa Gezi’ydi, aylardan Hazirandı ve çok şey gördük! Ogünden bugüne gelindiğinde, yaşanan onca şeyden sonra, hafızamızın dehlizlerine tatlı bir anı olarak yerleştirmeden Gezi’yi yeniden hatırlamak, Gezi ruhunu yeniden canlandırmak için iyi bir fırsat diye düşündük. Önce şöyle bir hatırlayalım. Gezi olayları 31 Mayıs gecesi Gezi Parkı’nda sökülmesi planlanan ağaçları korumak istedikleri için başlarında nöbet tutan gençlere sıkılan su ve biber gazıyla başlamıştı. Hiçbir siyasi kaygı taşımayan bu nöbete karşılık verilen bu cevap önce gençlerimizi, günler ilerledikçe başlarda “başını belaya sokma evladım” diye korku içinde çocuklarını korumaya çalışan anne-babaları bile kırmıştı. Bizim telefon ve bilgisayar başından ayrılmıyor diye şikâyet ettiğimiz gençler, dünyaya bambaşka bakış açılarıyla haklarını korumak için, o beğenmediğimiz telefon ve bilgisayarlar aracılığıyla, dünyada bile eşine az rastlanır bir direnişe imza atmışlardı. Havada uçuşan tazyikli su, biber gazına karşılık gençlerin silahı hep mizah olmuş ve savundukları insan hakları değerlerinden bir gün bile taviz vermeyip hiç şiddete başvurmamışlardı. Bir aylık direnişin sonucunda sekiz kaybımız ve sayısız yaralımız olmuştu.Hatırladınız değil mi? O kadar hızlı bir ülkede yaşıyoruz ki, unutulabiliyor bazı şeyler. Ancak Gezi unutulmazdı, unutulmamalı da…
yaşananları on iki farklı bakış açısıyla yazılan öyküleri tanıtmak çok uygun olur
diye düşündük. Ne de olsa Gezi’ydi, aylardan Hazirandı ve çok şey gördük! Ogünden bugüne gelindiğinde, yaşanan onca şeyden sonra, hafızamızın dehlizlerine tatlı bir anı olarak yerleştirmeden Gezi’yi yeniden hatırlamak, Gezi ruhunu yeniden canlandırmak için iyi bir fırsat diye düşündük. Önce şöyle bir hatırlayalım. Gezi olayları 31 Mayıs gecesi Gezi Parkı’nda sökülmesi planlanan ağaçları korumak istedikleri için başlarında nöbet tutan gençlere sıkılan su ve biber gazıyla başlamıştı. Hiçbir siyasi kaygı taşımayan bu nöbete karşılık verilen bu cevap önce gençlerimizi, günler ilerledikçe başlarda “başını belaya sokma evladım” diye korku içinde çocuklarını korumaya çalışan anne-babaları bile kırmıştı. Bizim telefon ve bilgisayar başından ayrılmıyor diye şikâyet ettiğimiz gençler, dünyaya bambaşka bakış açılarıyla haklarını korumak için, o beğenmediğimiz telefon ve bilgisayarlar aracılığıyla, dünyada bile eşine az rastlanır bir direnişe imza atmışlardı. Havada uçuşan tazyikli su, biber gazına karşılık gençlerin silahı hep mizah olmuş ve savundukları insan hakları değerlerinden bir gün bile taviz vermeyip hiç şiddete başvurmamışlardı. Bir aylık direnişin sonucunda sekiz kaybımız ve sayısız yaralımız olmuştu.Hatırladınız değil mi? O kadar hızlı bir ülkede yaşıyoruz ki, unutulabiliyor bazı şeyler. Ancak Gezi unutulmazdı, unutulmamalı da…
Kitabın arka kapağında yazdığına göre 19 Aralık 2000 tarihinde yapılan “Hayata Dönüş Operasyonu” ile tanışmış Türkiye biber gazıyla. Otuz iki ölü, binlerce yaralı, birçok sakat… Gezi olayları sırasında da bu gazdan nasibini alan, boğazı gözü yanan, yaralanan, sakatlanan binlerce kişi oldu. Ölenler ise malum… “Bu kitaptaki öyküler, biber gazı kullanımına dur diyenlerin sesidir.” diye açıklıyorlar bu kitabı oluşturma sebeplerini.
O günler sırasında veya akabinde yazılan öyküler bunlar. Zamanın içinde yazılmış olmaları öyküleri daha canlı kılıyor. Okurken o günlere gidip kendi yaşadıklarınızı hatırlıyor, o zaman yaşadığınız duygu neyse -korku, endişe, coşku, umut, öfke vs – hepsini yeniden yaşıyorsunuz. Öykülerin üzerinden zaman geçmeden yazılması, o dönem yaşanan duyguları hafıza tülüyle örtülmeden, silikleşmeden, olduğu gibi yoğun zamanın içine hapsetmiş. İnsanlık tarihine sayıların, tarihlerin ötesinde duyguların kaydı olarak düşmüş bu kitap. Zaten edebiyat bunun için değil midir?! Olaylardan ziyade olaylar sırasında hissedilenleri anlatıp insanların gizli tünellerine ışık tutmaz mı?!
On iki öyküden oluşuyor kitap. Aynı olaya on iki farklı bakış açısı demek bu. Her bir öykü Gezi’yi farklı bir noktadan almış ama duygular ortak. Direnişçilere nam-ı diğer çapulculara kullanılan şiddete karşı bir öfke ve bu direnişin paydaşlarına karşı bir saygı. On iki farklı bakış açısı dedim ya, örneğin A. Kamil Olgun, olayları toplum meseleleriyle pek ilgilenmeyen, ne yaşar ne yaşamaz diyebileceğimiz bir karakterin bakış açısından yazmış. Karakterimiz birden kendini olayların içinde
buluyor. Olayların onda yarattığı etki öykünün içinde. Ali Tahir Atakan ise bir çapulcunun ağzından yazmış; olayların tam göbeğinden. Canan Kuzuloğlu, Gezi’yi gençlerin alanı olarak görüp direnişe evden destek veren, içinde biriktirdiklerini bu rüzgâr sayesinde söyleyebilen bir karakter yaratmış öyküsünde. Cem Binbir, Gezi’nin masumiyetini yansıtmış kurgusunda. Yurdagül Şahin, televizyon karşısında olaylardan bihaber bir anne karakteri yaratmış, oğlu Taksim’e çıkınca uyanan. Cemal Çalımer, rüyasında gençlere karşı şiddet uygulanması emri verenlerin psikolojisini yansıtan bir karakter yaratmış. Derya Solmazer, biber gazının hayat karartan etkisini işlemiş öyküsünde. Nurdan Atay, daha o zamanlardan fantastik edebiyatta ilerleyeceğinin fantastik bir öyküyle korku imparatorluğunu yazarak sinyallerini vermiş okura. Erdener Yıldız, ‘68 kuşağı direnişçilerinin Gezi’ye verdikleri desteği yazarak iki dönem arasındaki benzerlik ve farklılıklara değinmiş. Özden Tan, parkın direnişten önceki halini anlatıp parkın insanların hayatındaki yerini vurgulamış öyküsünde. Özge Akcan Sözeri, yaşantımıza yerleşmiş korku duygusuyla biber gazının günlük hayatımıza girişini anlatmış kısa öyküsünde. Y. Ceyda Tuncer ise yirmi yıl sonrasından bugüne bakmış. Öyle ki, Gezi tüm tarafları tarafından ele alınmış, Gezi olaylarını her açıdan işleyen bir kitap çıkmış ortaya. Günümüz tarihini unutmamak adına çok değerli buluyorum bu girişimi. Bu kitabın ikincisi yazılıp zihinlerimizde kalan kırıntıların niteliğine bakmak da ilginç olabilir.
buluyor. Olayların onda yarattığı etki öykünün içinde. Ali Tahir Atakan ise bir çapulcunun ağzından yazmış; olayların tam göbeğinden. Canan Kuzuloğlu, Gezi’yi gençlerin alanı olarak görüp direnişe evden destek veren, içinde biriktirdiklerini bu rüzgâr sayesinde söyleyebilen bir karakter yaratmış öyküsünde. Cem Binbir, Gezi’nin masumiyetini yansıtmış kurgusunda. Yurdagül Şahin, televizyon karşısında olaylardan bihaber bir anne karakteri yaratmış, oğlu Taksim’e çıkınca uyanan. Cemal Çalımer, rüyasında gençlere karşı şiddet uygulanması emri verenlerin psikolojisini yansıtan bir karakter yaratmış. Derya Solmazer, biber gazının hayat karartan etkisini işlemiş öyküsünde. Nurdan Atay, daha o zamanlardan fantastik edebiyatta ilerleyeceğinin fantastik bir öyküyle korku imparatorluğunu yazarak sinyallerini vermiş okura. Erdener Yıldız, ‘68 kuşağı direnişçilerinin Gezi’ye verdikleri desteği yazarak iki dönem arasındaki benzerlik ve farklılıklara değinmiş. Özden Tan, parkın direnişten önceki halini anlatıp parkın insanların hayatındaki yerini vurgulamış öyküsünde. Özge Akcan Sözeri, yaşantımıza yerleşmiş korku duygusuyla biber gazının günlük hayatımıza girişini anlatmış kısa öyküsünde. Y. Ceyda Tuncer ise yirmi yıl sonrasından bugüne bakmış. Öyle ki, Gezi tüm tarafları tarafından ele alınmış, Gezi olaylarını her açıdan işleyen bir kitap çıkmış ortaya. Günümüz tarihini unutmamak adına çok değerli buluyorum bu girişimi. Bu kitabın ikincisi yazılıp zihinlerimizde kalan kırıntıların niteliğine bakmak da ilginç olabilir.
Kitabı hazırlayan Nalan Barbarosoğlu’nun önsözde yazdığı gibi öykülerin yazarları o tarihte henüz herhangi bir yerde yayımlanmış öyküleri olmayan, yazı dünyasına yeni adım atmış kişiler. Ancak bu öykülerin tadını eksiltmiyor, bilakis edebiyatın süslü yolları arasında kaybolmadan tüm gerçekliğiyle koyuyor Gezi’yi ortaya. Elbette ki, deneyimli yazarlarımızın yazacakları gibi değilse de henüz, gelecekte Türk edebiyatına imzalarını atacak yazarlar tarafından yazılmış öyküler. Nitekim, bugüne geldiğimizde Yurdagül Şahin arkadaşımızın biri öykü kitabı, diğeri çocuk romanı olmak üzere iki kitabı çıktı. Diğer arkadaşlarımız da çeşitli öykü yarışmalarında ödül aldı, birçok edebiyat dergisinde öyküleri çıktı. 2016 yılında başladığımız Kiltablet Fanzin yolculuğumuz ise hâlâ devam etmekte. Daha nice kitapların geleceğinin ön habercisi bu kitap.
— Biber Gazı Öyküleri – Her Göz Bir Yangın Yeri Hazırlayan: Nalan Barbarosoğlu, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul, Mart 2014, 95 sayfa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder