Gotik edebiyatın önemli yazarlarından biri olan Joyce Carol
Oates’ın tipik bir eseri Evil Eye. Geçmişten içimize yerleşmiş korkuların günlük
hayatımızda yarattığı karanlıkları anlattığı dört uzun öyküden oluşan bu kitap
2013 yılında basılmış ve Türkçeye henüz çevrilmemiş. Kitabın ilk öyküsü olan Evil Eye adını nazar boncuğundan almış.
Kitabın kapağında" yanlış gitmiş sevgilere dair uzun öyküler" yazıyor kitabın isminin altında. İçindeki dört uzun öykü tam da bunu anlatıyor.
Çocuklukta yaşanan travmaların sonucunda edindiğimiz korkuların yetişkin
hayatımızda nasıl prangalar gibi ayağımıza takıldığını, hayatımızı nasıl da
ince ince mahvettiklerini kendisine özgü diliyle öykülerine yansıtmış. Bu
içimize kıvrılıp, uyuyan bir yılan gibi yerleşmiş korkuların en ufak bir
tetiklenme sonucunda kıvrıla kıvrıla uyanışını, ruhumuzu, bedenimizi sarışını,
uyuduğu yerden hareket edip beynimizin içine yerleşmesini an be an vermiş
öykülerinde. Okur olarak, siz de yazarla birlikte öyküdeki karakterin içinde
büyüyen korkuyu adım adım takip ediyor ve bir zaman sonra karakterin korku dolu
gerilimini üzerinizde hissediyorsunuz. Her dört öyküde de karakterler arızalı
kişilikler olmasına rağmen, karakterlerle empati kuruyor ve onların korkusuna
veya bu korkunun sonucunda atılan adımların yanlışlığına, vahşetine rağmen
karakterlere kızamıyorsunuz. Daha önce okuduğum Oates öykülerinin sonunda
hissettiğim rahatsızlık hissi gene takip ediyor beni. Her ne kadar öykülerde
korkunun insana yaptırabilecekleri konusunda ince bir abartı varsa da, aslında
o kadar da uzağında olmadığınızı fark etmek insanın içini ürpertiyor.
Yetmiş yedi yaşında olan yazar, belki de tecrübenin de
getirdiği bir rahatlıkla dili pervasızca kullanıyor. Tam bir anın içindeyken, küçük
bir dil oyunuyla kendinizi karakterin geçmişinde buluyor ve şimdiyle geçmişin
iç içe geçişini çok net olarak görebiliyorsunuz. Kolay bir dili yok Oates’un. Edebiyat
profesörü olmasının verdiği derin dil bilgisi ve dile hâkimiyeti hissediliyor. Çok
dikkat etmeyip anlamadan okuyup geçerseniz öykünün ince bir noktası
kaçabiliyor.
Oates’un beni etkileyen, korkunun saniye saniye büyüyüşünü yazması
bu öykülerinde de var. Korkunun fark ettirmeden beyni etkileyişi, düşünceyi
nasıl etkilediği, bedende ne tür değişikliklere sebep olduğunu okuyorsunuz
satırlar boyunca. Her seferinde bu konudaki gözlem ve ifade yeteneğine
hayranlık duyduğum yazar, bu öykülerinde de bu yeteneğinden mahrum bırakmamış
biz okurları.
Her ne kadar her okuyuşumda ruhumun tüm telleri diken diken
olsa da ben seviyorum Oates’u. Bir okur olarak beni, öyküsünün, öyküsündeki ruh
halinin içine tamamen sokabildiği için de çok başarılı buluyorum. Kendi
karanlık koridorlarımın içinde dolaşmaya, kendi korkularımla yüzleşmeye davet
ediyor öyküleri. Belki de bu davettir beni ona yakınlaştıran, kimbilir? Bu
koridorlarda, onun gibi pervasızca dolaşabildiğim zaman belki bambaşka
akacaktır hayat…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder