AYNA ÇARPMASI - MURAT ÖZYAŞAR

2015 yılı içinde 50 kitap okuma hedefi koymuştum kendime sene başında. Şu ana kadar 42 kitap okumuşum. Kalmış iki hafta! Acilen tamamlamam gerek. İnce kitaplardan 8 kitap daha okusam, tamamlarım diyerek... Şaka şaka! Kitap böyle okunmaz. Kitabın adının veya kapak resminin ya da arka kapağındaki bir açıklama, sayfaları karıştırırken karşılaştığın bir cümle seni alır, içine çeker ve o adını henüz koyamadığın duygunun adını koymak, daha derin hissetmek için başlarsın okumaya. Murat Özyaşar'ın ilk kitabı olan Ayna Çarpması'na böyle de başlamadım ben. Ülkece içinden geçtiğimiz kanlı, sancılı, acılı dönemin  etkisiyle, o topraklardan çıkma bir yazardan oralarda yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu anlamayı istediğimden 1979'da  Diyarbakır doğmuş,  Kürt bir yazar olan Murat Özyaşar'ın Sarı Kahkaha'sını okuduktan sonra alıp kütüphaneme koyduğum bu kitabını başladım okumaya.

Sarı Kahkaha'nın yorumunda da yazmıştım, siyasi değil bireysel öyküler yazıyor Özyaşar. Her ne kadar bireysel olsa da, o toprakların havasını solumuş, suyunu içmiş biri olarak öykülerine yansıyor bölgenin ruhu. Türkçe bilmeyen bir annenin çocuğu olmanın utancı, erkeksiz kalmış bir evde tek erkek olmanın bindirdiği yük, dağa çıkmış bir abiye sahip olmanın çeşit çeşit korkusu, sadece bölgeye has değil ama anneye el kaldıran, sert, acımasız bir babanın getirdiği öfke gibi bir çok ortak yaşanmışlık barındırıyor öyküler. Devlet baskısı, korkusu sessiz sedasız geçiyor satırların arasından.

Kitap Pavese'nin Yaşama Uğraşı adlı eserinden alıntıladığı "Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşına oturdum" cümlesiyle açılıyor ve Beatles'ın bir şarkısından aldığı "Bu sabah aynaya baktım, kimseyi göremedim" sözüyle bitiyor. Bu iki cümle arasına sıkışmış, yaşadıklarıyla düşündükleri arasındaki boşluğa düşen cümleleri öyküleştirmiş yazar. Sarı Kahkaha' da yakaladığı ritim bu öykülerde henüz yok. İkinci kitabı olan Sarı Kahkaha' da artık yazım biçimi, dili daha oturmuş bir yazar olarak geçiyor okurun karşısına. Bu kitabındaysa henüz arayışını sürdüren ama bu arayışın bile başarılı bir öykü yazarı olacağını gösterdiği bir yazar görüyoruz satırların arkasında.

On iki öyküden oluşan kitapta beni en çok etkileyen öyküler;  küçücük bir umut için yaşanan çaresizliği çarpıcı bir şekilde anlattığı İtiraf, insanın en kendi olduğu yer olan evin yani kendi içinin kapısından içeri giremeyeşini, yalnızlığı anlattığı Kapının Cümle Halleri, hayatın anlamını arayan, bu arayışı yazamadığı cümleler içinde sürdüren, bu arayışın insanı nasıl bir suskunluğa sürüklediğini anlatan Sus Dersleri ve kitaba adını veren, aynaya fazla bakınca aynanın insanı çarptığı, aynanın değil insanın kırıldığını anlattığı Ayna Çarpması.

Kitabın arka kapağında eleştirmen Semih Gümüş'ün "İçinden çıktığı kültürün kendini kısıtlayabilecek bütün yaşamsal sıkıntılarından yazınsal yazının derinliğine dalarak kurtulabileceğini çok erken görmüştü." yorumu var. Daha çok yazmalı bu yazarlar ve daha çok okunmalı. Edebiyatın insanın ruhuna işleyen cümleleriyle kendilerini anlatmalı. O zaman,  ancak o zaman görebiliriz hangi topraklarda yaşarsak yaşayalım hepimizin insan ve bir olduğunu. Belki o zaman gelir barış.

Hiç yorum yok: