İlk Perdi Diem
adlı öyküsüyle tanıştım Julie Otsuka’yla. 2012 En İyi Amerikan Öyküleri
antolojisinde yer almıştı bu öyküsü. Bir kızın dilinden annesinin demans
öyküsünü yazmıştı. Ya “hatırlıyordu” ya da “hatırlamıyordu” ile biten
cümlelerden oluşan öykü hatırladıkları ve hatırlamadıkları üzerine bir liste
gibi gelse de bu hatırlanan ya da hatırlanmayanlarla 1900’lu yılların
başlarında Amerika’ya yerleşmiş Japonların 2. Dünya Savaşı sırasında kamplara
hapsediliş öyküsünü anlatıyordu o yılları yaşamış annenin üzerinden. Her
cümlede tekrar eden hatırlama kelimesinin insanı ürperten şiirsel bir tınısı
vardı. Bu öykünün ilk 2011 yılında Granta Dergisi’nin korku öykülerini
derlediği 117. Sayısında çıkmasına şaşmamalı.
Tavan
Arasında Buda 2011 yılında yayımlanmış yazarın ikinci
romanı. 1900’ların başında mail-order yoluyla, yani ödeme yapılarak
kataloglardan seçilen gelinlerin Amerika’ya geliş ve Amerika’daki yaşamlarını
anlatıyor. Kendisi de böyle bir ailenin kızı olmasından dolayı romanda çok ince
detaylara kadar inebilmiş. Yale’de Güzel Sanatlar eğitimi de aldığı için detaylar çok canlı bir resim gibi önünüze
seriliyor. Daha iyi bir yaşam umuduyla sadece resimlerini gördükleri
kocalarıyla bir araya gelmek için Japonya’dan topluca gemiye binmeleriyle
başlıyor roman. 2. Dünya Savaşı sırasında kamplara gönderilmelerine kadar olan
dönemi kapsıyor.
Birinci çoğul dilde yazmış tüm romanı. Biz anlatıcı
dili romanı bireysellikten çıkarıp neredeyse belgesel niteliğe sokmuş. Yaşanan
olaylar karşısında hissedilen duyguların az veya çok tüm gelinlerin ortak
duygusu olduğu izlenimi veriyor bu dil. Öyküsünde kullandığı tekrarlarla
yarattığı şiirsel dil romanında da var. Tüm roman aynı teknikle yazılmış. Bir
yazarın tekrarı yavanlığa düşmeden ustaca kullanması gerçekten zor. Julie
Otsuka bunu başarıyla yapıyor. Bu kısa cümlelerden oluşan tekrarlar bir ritim
yaratıyor ve zaman zaman yorsa da ritme kendinizi kaptırarak satırların
arasından ilerliyorsunuz. Ortaya çıkan hüzünlü bir müzik… Bu hüzünlü müzik
roman boyunca okuru hiç bırakmıyor ve o duygudan hiç ayrılmadan, gelinlerin
dramını okuyorsunuz.
Ağdalı, süslü cümleleri yok yazarın. Hikâyenin
trajedisini kısa cümleler ve tekrarlarla, bence daha çarpıcı veriyor. Roman
kolay okunuyor. Bu kolaylık bir hafiflik verse de aktarılan duygular ağır… Hele
gemiden inip kocalarıyla tanıştıkları günün gecesini anlattığı İlk Gece
bölümünde yaşanan dehşet, vahşet bu kelimeler kullanılmadan öyle bir veriliyor
ki insanın nefesi tıkanıyor.
Bambaşka bir dönemin, bambaşka bir coğrafyanın olsa
da bu azınlık hikâyesi kendi coğrafyamızın üzücü azınlık hikâyeleriyle daha
yakından ilgilendiğim bu dönemde, içime yerleşik hüzünle karşılığını buldu. İnsanlık
tarihinden bir daha utanç duydum. Ancak yazarın kendisi, bu dönemleri atlatmış
bir ailenin kızı olarak bende umut ışığı yaktı.
2011 yılında National Book Award’da finale kalan,
2011 Langum Prize for American Historical Fiction, 2012 PEN/Faulkner Roman
Ödülü, 2012 Prix Femina Etranger ödüllerini almış bu kitabı okumanızı
kesinlikle öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder