BAZEN PERŞEMBELERİ GELİR BAHAR


-        Size ben ısmarlayabilir miyim çayı?
-        Anlamadım?
-        Sizi hep görüyorum vapurda. Aynı saatlerde biniyoruz bir süredir.
-        A, öyle mi hiç fark etmemişim.

Teşekkür ediyor adama Ayşen. Yanakları hafif kızarık. Adam çayına koyduğu şekeri karıştırıyor şıkır şıkır. Ayşen şekersiz içiyor. Doktor şekeri kesin demişti yıllar evvel. Şıkırtı büyüyor aralarında. Çıt. Adam kaşığını koydu tabağın kenarına. Ayşen rahatsız. Yabancılarla konuşma derdi annesi. Ne zaman? Hatırlayamayacağı kadar yıl önce. Annesi öleli çok oldu ama… Gene de garip bir duygu.

-        Cüretimi bağışlayın ama gözleriniz çok güzel. Gözlerinizi gördüm ilk.

Orhan da ilk gözlerini görmüştü. Yeşil gözlerinden muhabbet kaptım şarkısını koyardı hep pikaba. Göz möz fayda etmemişti işte. Otuz yıllık evlilikten sonra kahverengi, çipil gözlü bir genç kadına kaptırmıştı kocasını.
-        Sonra sizi izlemeye başladım. Oturur oturmaz bir çay söyleyip kitabınızı açıp okuyuşunuz, ağırbaşlı duruşunuz dikkatimi çekti. Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Tahir.

Kibar bir adama benziyor. Yaşı başı da var. Üzerime atlayacak değil ya! Kendi düşündüğüne gülüyor Ayşen.
-        Memnun oldum, ben de Ayşen.

Haftada iki gün biniyor vapura. Kocası onu terk edip parayı da kesince yeniden ders vermeye başladı. Arkadaşlarının yardımıyla bulmuştu iki öğrenci. Evine çok uzaktı ama yapacak bir şey yoktu, paraya ihtiyacı vardı. Bir de dizleri ağrımasaydı! Orhan oturdukları evden çıkmasını istemiş, çıkmayınca da mahkemeye vermişti onu. Satacakmış evi! Salı ve Perşembe günleri erkenden iskeleye gelir, çay bahçesinde çay içer, vapuru beklerdi. İkişer saat ders verir, vapura biner geri dönerdi. Diğer günler ev işi, alışveriş derken geçiyordu işte bir şekilde. Çocukları da babanın tarafını tutmuş, arayıp sormuyorlardı onu. Gönlüne göre yaşamalıymış herkes! Öyle diyordu çocuklar. Biliyordu, aslında mesele paraydı. Para babadaydı.

-        Emekli subayım ben. Eşim öldü yıllar evvel. Çocuklar da evlendi. Böyle dolaşırım İstanbul’u. Vakit geçer işte. Sevmiyorum kahvelerde oturmayı.

Ah! Bu vakit geçirmenin zorluğunu ne iyi bilirdi Ayşen. Sabahları, alışkanlıktan, erken kalkar, akşama kadar günü nasıl dolduracağını bilemezdi. Kimsenin yemeyeceği yemekler pişirir, dökerdi üç gün sonra. Orhan’ın o genç kadınla evlendiğini duyunca kaldırabilmişti sofradaki ikinci tabağı. Bir kişinin çamaşırı, ütüsü de çok olmuyordu. İş bitiyordu, gün bitmiyordu. Günün geri kalan zamanında kitap okuyordu bol bol. Kütüphanesindeki kitapları okumuştu yeni baştan. Akşam da televizyon. Sıkılıp yatıyordu erkenden.

-        Ben de emekli edebiyat hocasıyım. Ders veriyorum iki öğrenciye. Vakit geçiyor işte.
Susuyorlar karşılıklı. Martılar kanat çırpıyorlar vapurun yanında. İstanbul’a sis inmiş, bilinmezlikleri saklıyor. Adamın karısı da ölmüş, söylese miydim boşandığımı? Ay, neler düşünüyorum ben? Bu yaştan sonra… Hem tanımam etmem, hırlı mı hırsız mı ne bileyim?

Vapur yanaşacak birazdan. Tahir Bey bir daha bir şey demiyor. Gözünü dışarı dikmiş, düşünceli düşünceli bakıyor pencereden. Ayşen huzursuz. Bir şey daha söylese Tahir Bey… Ne desin ki adam? Evli sanıyor beni herhalde. Bir şey demezsen adama, olacağı bu! Şimdi durup dururken de söylenmez ki! İçinde çoktan unuttuğu kıpırtılar… Kalbi pıt pıt. Ne laf bulsa da söylese? Bulamıyor. Hem kadın açmaz lafı. Öyle öğretti annesi. Sanki genç kız! Genç kız gibi utanıyor. Çantasından kitabını çıkarıyor. Belki ne okuyorsunuz diye sorar. Sormuyor. Görmüyor bile. Gözü hâlâ pencerede Tahir Beyin. Uzaktan Kadıköy gözüküyor. Bitti, bu kadardı işte! Ah! Salak kafam. Bak! Çocuklar bile herkes gönlüne göre yaşasın demediler mi? Benim de gönlüm bu adamla sohbet etmek istiyor. Kim yargılayabilir ki?! Hem adam dul. Yanlış yok. İki yalnız insanız. Sohbet etsek biraz kime ne zararı var? Kafasının içinde beliren annesini görmemezliğe geliyor.
İskeleye yanaşıyor vapur. Tahir Bey’le beraber iniyorlar vapurdan. Yolları ayrılacak birazdan. Vedalaşmak lazım. Sesinde hayal kırıklığının ağırlığı…

-        Tanıştığımıza memnun oldum Tahir Bey. Size iyi günler.

Tokalaşmak için uzattığı elini bırakmıyor Tahir Bey. Elini elinin üstüne koyup avucunun içine alıyor elini, gözlerinin içine dimdik bakıyor. Ayşen’in göğsüne çökmüş ağırlık kanat çırpıp uzaklaşıyor.

-        Sizin için de uygunsa Perşembe günü vapur saatinden iki saat evvel Beşiktaş’taki çay bahçesinde buluşabilir miyiz?
-        Tabii, tabii olur. Ben de boşandım zaten.

Ayşen son cümlesindeki saçmalığa gülüyor. Tahir Bey’in yüzüne bir gülümseme yayılıyor.

-        Perşembe’ye o zaman.
-        Perşembe’ye.

Ayşen dolmuşa doğru yürürken adımlarında genç kız hafifliği, neredeyse seke seke yürüyor.

Hiç yorum yok: