BAKELE - SEZGİN KAYMAZ


Sezgin Kaymaz’ın Bakele’ si 2015 yılında okuduğum son kitap. 44 kitapla kapatıyorum bu yılı. Seneye 50 kitap hedefimi tutturabilirim inşallah. Daha ayın 27’si ve henüz dört gün var bu yılın bitmesine ama malum yılbaşı öncesi buluşmaları falan filan derken geçer o dört gün de okumadan. Yılbaşı kavramını oldum olası sevmem. Eninde sonunda bir günden diğerine geçiştir herhangi bir gün gibi ama bütün sene koşturmanın içinde birbirine vakit ayıramazken insanlar, bu insan eliyle konmuş sınırı geçerken yeni umutlar, heyecanlarla nedense daha bir gayretli oluyor insanoğlu vaktini kendine ve sevdiklerine ayırmaya. İtirazımız yok. İyiye güzele ne bahane olacaksa kapımız açık.

Sezgin Kaymaz’ı bu kitabıyla tanıdım. Araştırmama göre aslında roman yazarı, hem de bayağı üretken. Bu güne kadar duymamış olmam benim ayıbım. Edebiyatla daha yakın ilgilenmeye başladığım şu son iki senede, bilmediğim yazarların veya adını bilip de kitaplarını hiç okumadığım yazarların peşine düştüğümden kütüphanemde aldı yerini bu 2015 Şubat baskılı kitabı. Bir de öykü kitabı olmasından tabii. Öykü yazmaya soyunduğumdan beri öykünün sihirli dünyasını keşfettiğimden, ayrıca feyz de alabilirim umuduyla daha çok öykü kitabı okumaya başladım.

34 kısa hatta kısacık öyküden oluşuyor kitap. Pek alışılmış bir şey değil. Ortalama 10-15 öykü arasında oluyor genelde öykü kitapları. Öykülerin uzunluğuna göre. Gördüğüm kadarıyla genellikle 100- 120 sayfa gibi bir standardı var öykü kitaplarının. 198 sayfayla bunun da dışına çıkmış. Niye bu kadar detaylı bunu anlatıyorum diye merak ediyorsunuz, biliyorum. Anlatıyorum çünkü bana uzun geldi. Nalan Barbarosoğlu da 28 mektuptan oluşan Okur Postası’ nda 224 sayfayla bu standardın dışına çıkmıştı ama her bir mektupta bambaşka dünyalardan ayrı kişilikler anlattığı için her öyküde başka bir yaşamın içine giriyordu okur ve tekdüzelikten uzaklaşıyordu. Başka başka dünyaların içinde kaybola kaybola bitivermişti o 224 sayfa.

Sıcacık, çok bizden öyküler yazmış Kaymaz. Üretkenliği öykülerinde de görülüyor. En dikkatinizi çekmeyecek bir konudan bile bir öykü çıkarmayı başarmış. İnsan ögesinin en ince detaylarından yakalayarak en savunmasız yerinizden yakalayabiliyor bazen. Kendi hayatının izleri görülüyor bazı öykülerinde. Yıllarca hentbolla uğraştığı için sporcu öyküleri, babası terk ettiği için babanın varlığının hissedilmediği yalnız bir annenin sıklıkla yer aldığı öyküler var mesela. Gerçekten eşinin adı Hülya mı bilmiyorum ama birçok öyküde ana veya yan karakter olarak eş Hülya var; tek bir kişiyi anlatıyor. Zaten onun içindir hep aynı adı kullanması. Ancak Hülya gibi diğer karakterlerin de hep aynı dünyadan gelmesi, öykülerin sıcaklığına, samimiyetine rağmen tekrara düşürüyor kitabı. Çok gündelik bir dili var Kaymaz’ın. İnsan hallerini gülümseterek okutan, yer yer kahkaha bile attıran bir dil. Bu dil okur olarak kendinizi yazara ve öyküye yakın hissetmenizi sağlıyor. Tüm öyküleri aynı dil ve tarzda yazmış. Konular çok hayatın içinden ve sıklıkla hep aynı Hülya geçtiği için bir öyküden diğerine geçtiğinizde ve ilerledikçe bir romanın içindeymiş hissine kapılıyorsunuz. Ancak roman gibi bir olay örgüsü takip etmiyor da yazarın hayatından enstaneler okuyormuş gibi daha çok.

Kitaba adını veren ilk öykü Bakele’ yle kitaba başladığımda hem bu samimi dil, hem de öykünün sıcaklığı beni sardı, hevesle okumaya devam ettim. Ancak altı-yedi öyküden sonra dilin ve anlatım tarzının aynılığı beni yordu. Sonra da üç-dört öykü okuya bıraka devam ettim. Her öyküsünde ince sızı bir konudan bahsetmesine rağmen duygu yoğunluğunu olayların, karakterin olaylara tepkisi üzerinden vermiş. Bu anlamda satır aralarını okumak, onlara anlam yüklemek tamamıyla okura kalıyor. Bu bir yere kadar iyi, bir yerden sonra kötü. Okura hiç alan bırakmayan öyküleri çok sevmemekle birlikte bu kadar serbest bırakılmayı da sevmiyorum. Satır aralarındaki rehbersiz duygular her okurun kendi kişisel tarihine kaldığından okur hikâyedeki karakterlerden uzaklaşıp kendi üzerinden okumaya başlıyor. Tabii bu benim kişisel düşüncem. Belki yazar tam da bunu yapmak istiyordu.

Özetle karışık bir duygu bıraktı bende kitap. 34 öykünün içinden 6 öyküyü çok beğendim. Diğer öykü kitapları gibi bu kadar çok öykü yerine daha ince bir eleme yapıp on- on beş öykülük bir seçki yapsaydı daha etkili olurdu sanki. Yazarın dilinin sıcaklığı, yakaladığı insani haller daha bir tadında kalır, bir sonraki öykü kitabını daha bir heyecanla beklerdim. Şimdiyse bir doygunluk hissi var bende.

Hiç yorum yok: