VEJETARYEN - HAN KANG

BİTKİLER DAHA MI ÖZGÜR KADINLARDAN?

Bir tanıdığımın “sen sevebilirsin“ diye vermesiyle elime geçti bu kitap. 2016 Man Booker International Ödülü’nü almış bir roman olması kadar, yeni vegan olmayı seçmiş kızımdan dolayı, kitabın adının Vejetaryen olması da, şaşırttığı kadar ilgimi çekti. Romanı okuduktan sonra, et yemeyi reddeden ana karakter Yeong-hye bunu bilinçli bir seçim olarak yapmasa da, kabul edilmiş toplum kurallarına aykırı bir yaşamı temsilen seçilmiş bu başlık, kızımın vegan olmasını çevreye kabul ettirmekte yaşadığım zorlukları bildiğimden bana çok yakın, anlaşılır ve iyi seçilmiş geldi.

1970 doğumlu, Güney Koreli yazar Han Kang Türk okurları tarafından pek tanınan bir yazar değil. Türkçeye çevrilmiş hiçbir kitabını bulamadım. Birkaç öykü kitabı ve altı romanı olan Kang’ın, kendi ülkesinde birçok ödül almasına rağmen, orijinal basımı 2007 yılında olan The Vegetarian romanının ancak 2015 yılında İngilizceye çevrilmesiyle 2016 Man Booker International Ödülü’nü alınca dünya edebiyatçılarının dikkatini çekiyor olmalı ki, 2014 basımı Human Acts ( İnsan Davranışları ) romanı da hemen 2016’da İngilizceye çevrilip basılıyor. Kendi ülkesinde büyük ilgi gören Vejetaryen’ın 2009 yılında filmi de çevrilmiş. Ancak film kitap kadar iyi verememiş yazarın anlatmak istediğini.

Ödülü aldıktan sonra yaptığı bir röportajda, üniversite yıllarında okuduğu Güney Koreli yazar Yi Sing’in “ İnsanların bitki olmaları gerektiğine inanıyorum.” ( I believe that humans should be plants) cümlesinden çok etkilendiğini, bu cümleden yola çıkarak 1997 yılında The Fruit of My Woman (Kadınımın Meyvesi ) adlı, kadının bitkiye dönüştüğü bir kısa öykü yazdığından bahsediyor. Romanı, bu öyküden yola çıkarak, daha karanlık ve sert yazdığını, romanında şiddeti ve masumiyetin olanak(sız)lığını sorguladığını ifade ediyor.

Kitap üç bölümden oluşuyor. Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bu romanda, ilk bölümde Yeong-hye’ın kocasının, ikinci bölümde ablasının kocasının, üçüncü bölümdeyse ablasının zihninden, gözünden, dilinden okuyoruz romanı. Yeong –hye neredeyse hiç konuşmuyor, onun hikâyesini diğerlerinin anlatımıyla öğreniyoruz. Kitabın özetinde sadece Yeong-hye’a vurgu yapılmasına rağmen bana göre toplumsal kodlara çok bağlı Kore kültürüne mensup, alkolik ve üç çocuğuna da şiddet gösteren baba, kocasının dediğinden çıkmayan, toplumun ona biçtiği rol içine sıkışmış annenin, biri Yeong-hye diğeri ablası olan iki kızı romanın ana karakterleri. Bir de erkek kardeşleri var ama o aynı kodlamayı devam ettiren bir erkek olarak fazla yer almıyor romanda.

Bir kadın romanı Vejetaryen. Kadın olarak daha doğumdan itibaren hayata eksiyle başlanılan, kadının belli kalıplara sokulduğu bir toplumda, bu durumun kadınlarda yarattığı baskıyı, bu baskının yarattığı sessiz şiddeti, çaresizliği, çaresizlikten yok oluşa doğru giden yolu anlatıyor. İsimleri Ayşe, Fatma gibi Türkçeye çevirseniz bu toplumun da romanı olabilecek kadar bize yakın.

Görücü usulüyle evlendiği kocasıyla standart bir yaşamı olan Yeong-hye, bir gece gördüğü rüyanın etkisiyle et yemeyi, etli yemek pişirmeyi bırakıyor. Kocası bunun geçici bir durum olduğunu düşünse de zaman geçtikçe hiçbir değişim olmadığı gibi karısı toplum içinde sütyen takmayı bırakıyor, ev içinde çıplak gezmeye başlıyor. Çareyi karısının ailesinden yardım istemekte buluyor. Baba, otoritesini ve ona saygı duyma zorunluluğunu kullanarak zorla Yeong-hye’in ağzına et sokunca, Yeong-hye ağzından eti çıkarır çıkarmaz yakındaki meyve bıçağıyla bileklerini kesiyor. Akıl hastanesine kapatılan Yeong-hye’in varlığını reddediş yolculuğunu, bedenini yok ederek kendini bir ağaç olarak algılamasıyla yeniden doğuşuna kadar okuyoruz. Ona dayatılmış şablona karşı aldığı bu pasif-agresif tutumun onu soktuğu “deli“ statüsü, aynı zamanda özgürlük de tanıyor. Yeong-hye’in durumu, iki kız kardeşten daha kuvvetli gözüken, toplum kurallarına uyum göstermiş ablasının da kendi hayatını, kendini sorgulamasına yol açıyor. Kocalar da birbirinin zıddı. Yeong-hye’in kocası son derece klasik, hiçbir özelliği olmayan, toplum kodlarını benimsemiş bir adam. Ablanın kocasıysa, bu kodlamanın içine sıkışmış, içindeki arzuları, düşünceleri uçuramamış, isyanını yaptığı video sanatında göstermeye çalışan, aslında korkak biri.

Kitabın adından başlayarak ağaç, doğum lekesi, uçmak gibi çok simgesel bir anlatım kullanmış. Babası ve kardeşi de yazar olan Kang’ın aynı zamanda resim ve müzik konusunda da çalışmaları, öyküleri ve şiirleri de var. Bu kadarla sanatla yoğrulmuş yazarın, bu yeteneğini kurduğu kısa ve yalın cümlelere rağmen, atmosferi, rüyaları, iç dünyaları son derece başarılı bir şekilde aktarmasında hissediyor okur. Bir cümlenin paragraf olduğu, süslü anlatımın esas duyguyu ezdiği anlatımlar yok. Çok net ve direk duyguya odaklanıyor. Öyle bir roman ki, tek kelimesi fazla değil, her satırı bir şey anlatıyor.  Her ne kadar kadının yok sayıldığı toplumlarda, kadının varoluş problemi odak noktası olsa da, baba-kız ilişkisi, abla-kardeş ilişkisi, karı-koca ilişkisi, anne-çocuk ilişkisi gibi işlenmiş birçok yan konu var. Okudukça katman katman derinleşiyor roman. Yazarın seçtiği karanlık ve sertlik satırların arasından okura ulaşıyor, barındırdığı sessiz şiddet insanı çarpıyor, sarsıyor, iliklerine kadar hissedip okuru da ana karakter kadar çaresiz bırakıyor.

Romanın beni en etkileyen yanlarından biri, kurgulanmış karakterlerin güzel, akıllı, başarılı gibi öne çıkan hiçbir özellikleri olmayan, sokakta yürüyen güruhtan herhangi birilerini çekseniz olabilecek kadar sıradan olmaları. Bu romanı, romandaki duyguları o kadar yakınınıza taşıyor ki, nefesiniz kesiliyor. Tabii ki, Kore aile yapısının biz Türklere bu kadar yakın olması, özellikle biz Türk okurları, romana daha da yaklaştırıyor.

April Yayınları’nın kitabı Türkçeye çevirip satışa çıkardığını duyduğumda çok sevindim. Türk okurunda karşılığını bulacağına eminim. Ben yazarın İngilizceye çevrilip Ocak 2016’da piyasaya sürülmüş Human Acts romanının peşine düştüm bile. Öyküleri de çevrilse keşke. Öykülerinin de apayrı bir lezzette olduğunu hissedebiliyorum.


Han Kang, Vejetaryen, çev.Göksel Türközü, April Yayıncılık, İstanbul, 2016, 160 sayfa

Hiç yorum yok: