Gergin, endişeli, heyecanlı bir süreçten sonra en nihayet
attık kendimizi tatile. Tatil herkesin anladığı anlamda bir deniz sahiline
gidip deniz ve güneşle hemhal olmanın ötesinde bir anlam taşıyor benim için.
Günlük telaşlardan uzak, saatin yelkovan ve akrebinin komutasına girmeden,
boşluk hissinin içinde kendimi okumaya ve ilham perilerimde bana eşlik etmek
isterse yazmaya kendimi verebilmek demek tatil. Bu nedenle annemin yazlık evine
gider gitmez çantaya attığım kitaplardan elime ilk alıp okuduğum kitap Kiler.
Hollanda doğumlu Avusturyalı bir yazar olan Thomas
Bernhard’ın otobiyografik bir kitabı bu. Beşleme olarak çıkmış kitabın
ikincisi. Yazarın hayatının dönüm noktasını oluşturan; on altı yaşındayken
nefretle gittiği liseye giderken birden durup kendi deyimiyle tam aksi yöne
doğru koşmaya başlayıp hayatının tümden şekil değiştirmesini anlatıyor. Gerçek
anlamda bir ters yöne koşma bu. Bulunduğu noktanın tam aksi yönünde bulunan İş
ve İşçi Bulma Kurumu’na başvurarak, şehrin en kötü şöhretli mahallesindeki
bakkalda çıraklık işi buluyor. Okulu bırakıp bu kimsenin gitmek istemediği,
adını anmaktan bile çekindiği mahallede iş bulması, savaş sonrası yoksulluğuna,
bedbinliğe düşen ailesi tarafından neredeyse hoş bile karşılanıyor. Onu hayatı
boyunca yönlendirmiş ödüllü bir yazar olan dedesi bile, ona tüm imkansızlıklar
içinde iyi bir eğitim alarak sanatçı olması yönündeki hayallerinden vazgeçip
iyi bir tüccar olabileceği düşüncesiyle destek veriyor. Bernhard tüm kitap
boyunca dedesinin ona tanıttığı felsefenin ve bu düşkünler mahallesindeki
bakkalda yaptığı çıraklığın onun hayatının temel taşları olduğuna değiniyor. On
altı yaşında bir ergenken verdiği bu kararından bir gün bile pişmanlık
duymadığını ve hayatta aldığı en iyi kararlardan biri olduğunu vurguluyor.Bu
mahalleyi anlatırken Avusturya’ya karşı öfkesi sezilebildiği gibi insanoğlunun
doğru bildiği değerlere karşı çıkışını ve bunlara karşı geliştirdiği kendi
felsefesini okuyorsunuz.
Aykırı bir yazar Thomas Bernhard. Bu aykırılığı yazım şekli
ve üslubundan da fark ediyorsunuz. 92 sayfalık kitabın 87 sayfası tek
paragraftan oluşuyor. Olay akışının sonucunda kendisinde oluşan, gelişen
düşüncelerinde, duygularında sık sık yaptığı tekrarlar vardığı sonucu
doğruluğunu hem kendine hem de okura iyice yedirmek ister gibi. Eğitimin insanı
yapaylaştırdığını, kalıplaştırdığını, haftasonlarının ise insanoğlu için bir
felaket olduğunu iddia edecek kadar bilinen tüm kalıplara kafa tutan bir yazar.
Özetle klişe hayatlara tamamen karşı çıkan Bernhard, insanın kendi çizgisini
eğitimle değil hayatın içinde bulacağını ve kendisinden ödün vermeden yararlı
olabildiği herhangi bir alanın insanı özgür ve mutlu kılacağını anlatıyor.
Bu boşluksuz, sık sık tekrarlar içeren, içinde barındırdığı
alışılmışın dışındaki bakış açısı okurken akıcılığı yavaşlatıyor. Ancak
satırlar boyunca ilerlerken başlarda aykırı, şaşırtıcı olarak algıladığınız
düşüncelerin bazılarında kendinizle karşılaşmak insanı şaşırtıyor, bir durduruyor
ve düşündürüyor. Bize giydirilmiş düşünce yapısının içinde nasıl da bazı
şeyleri düşünmeden, yargısız ( ya da kocaman bir ön yargıyla) veri olarak kabul
ettiğimizin farkına varıyorsunuz. Kendisiyle aynı fikirde olmasanız bile
yaşadığınız, seçtiğiniz hayatın kendi iç bileşenlerinizle uyum içinde olması ve
bunun da ancak sunulmuş kalıpları sorgusuz, sualsiz kabul ederek değil, sorgulayarak, düşünerek, kendi iç doğrunuzu
bularak olması gerekliliğini hatırlatıyor. Yoksa hiçbir şey fark etmez. Bunu
yapamadığımız sürece yazarın da son satırda dediği gibi “ Başımızı kaldırıp doğruyu ya da doğru görünen şeyi söylediğimize
inanmak istediğimiz zamanlar oluyor, sonra başımızı tekrar eğiyoruz. “
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder