Katıldığım Roman Atölyesi’nin son dersinde bir yazardan
yazma yolculuğu hakkında bilgi edinmemiz için davet edildiğinde tanıdım Behçet
Çelik’i. Dünyanın Uğultusu (2009) ve Soluk Bir An (2012) adlı romanlarını
yazarken uyguladığı yöntemleri anlattı bize. Öykü yazarıymış aslında. Anlatmak
istediği konuları öykü formatına sığdıramayacağı için roman olarak yazmayı
seçmiş bu iki kitabında. En sonunda da romanından iki sayfa okudu bize. Okuduğu
sayfalarda öykü tadını aldım hemen. Demek ki hem öykü hem roman yazanların
kitaplarında farklı bir tını oluyor. Belki de bana öyle geliyor.
Bu kırklı yaşlarının sonlarında duran, sakin, iddiasız,
yayınlanmış on bir adet kitabı olmasına rağmen kesinlikle tanınmış kişi egosu
taşımayan yazarın, neredeyse “naçizane” edasında anlattığı önerilerini ve kendi
yolculuğunu dinlerken, eserlerinin de dışa dönük değil de daha çok içe dönük,
insanın iç dünyasını anlatan eserler olacağını hissettim. Aslında Soluk Bir An’ı
almak için gittiğim kitapçıda onun kalmadığı ama Nisan 2015’de piyasaya çıkmış yeni
öykü kitabının olduğunu duyunca onu aldım hemen. Hissiyatımda da yanılmamışım.
İnsanın iç hallerini anlatmış kitabı oluşturan on dört öyküde de.
Zamanımız insanının yorgun, bıkkın, bezgin hallerini
resimlemiş bize Çelik. Bana çok yakın geldi. Tam da içinde bulunduğumuz dönemin
insanın üzerinde bıraktığı etkiler olmasından mı benim de ruhum yorgun ondan
mı? Hangimiz değiliz ki? Toplumsal olayların artık evlerin içine girdiği,
insanların ev hallerini bile etkilediği bir dönemde yaşıyoruz. En umursamayanının
bile sessizce, fark ettirmeden üfleyerek ruhuna işleyen bir dönemde.
Ağırlıkla iç konuşmaların yer aldığı öyküler bunlar. Her
insanın içinde bulunan, yüzleşmekten kaçındığı karanlık tarafıyla konuştuğu
öyküler. Kimimizin duymamak için inatla yüreğini kapadığı, kimimizin de çok
konuşmak istediği halde doğru kelimeleri bulamadığı için sohbet etmeyi
beceremediği karanlık tarafımızı bize yansıtan öyküler. Karanlık olması hem
kendimize dair olumsuz duygular barındırdığından hem de çok derine, ruhumuzun
kör kuyusuna sakladığımızdan.
Nefis bir Türkçesi var Behçet Çelik’in. Öyle ki su gibi
akıyor cümleler. Cümlelerin arasında çağlıyor duygular. Her öyküde net olmayan
bir şey bırakılmış, bence özellikle. Olayın ne olduğundan ziyade duygunun
önemine dikkat çekmek için belki. Belki de okura o kalan boşluğa kendi
istediğini koyma özgürlüğü tanımak için. Okuru düşündürüp kendi içinde küçük de
olsa bir yolculuğa çıkarmak için de olabilir. Hoş.
Ben sevdim Behçet Çelik’i ve bu kitabını. Diğer kitaplarını
da zaman içinde okuyacağım kesinlikle. Yeşim Cimcoz Yazı Evi’ne bu kadar ruhuma
hitap eden bir yazarla tanıştırdıkları için de teşekkür ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder