KORKU - STEFAN ZWEIG

Anlaşıldı. Kitap okuma planları yapılmayacak. Hangi kitabın okunacağı da, hayat gibi, akışına bırakılacak, yeni bir kitaba başlanacağı zaman rüzgâr nereye doğru esiyorsa o okunacak. Aslında her zaman böyle akışına bıraktığım okumayı, okuma tempom arttıkça kontrol altına almayı ve kendime okuma sıralaması yapmaya niyetliydim. Ancak rüzgâr hep başka yönden esti ve ben araya aldığım kitaplarla sıraya koyduğum kitapları ertelemek zorunda kaldım. Zorunda kaldım, yanlış bir ifade. Zorunluluk diye bir şey söz konusu değil tabii, tercih daha doğru. Tam niyetlendiğim kitabı elime almışken bambaşka bir kitaba çekim hali.

Stefan Zweig'ın ilk 1920 yılında basılmış Korku adlı uzun öyküsü de bunlardan biri. Geçen gün, Saramago'nun Ölümlü Nesneler'ini bitirdiğim günün ertesi günü, yazı atölyesinden bir arkadaşımın "ben okudum, bayıldım; sen de okumalısın " diyerek elime tutuşturduğu Korku, belki adından, belki Zweig olmasından,  tesadüfen internette karşıma çıkmış, beni çok etkileyen mutluluk tanımını yaptığı paragrafın alıntısını okuduktan sonra Amerika'dan getirttiğim Cunningham'ın The Hours adlı kitabının önüne geçti. Korku, The Hours'un önüne geçen üçüncü kitap. Mutluluk ulaşılmaz bir hayâl gibi uzaklaşıyor ve belki de şu günlerde içimde yerleşik duyguların karşılığını bulan kitaplar karşıma çıkıyor.

Her ne kadar Korku, bugünlerde yaşanan olayların garabetinden dolayı gelecek korkusunu anlatmasa da korkunun tüm dinamiğini bir burjuva kadınının tekdüze yaşantısından çıkmak için yaptığı kaçamağın biri tarafından öğrenilip şantaj yapmasının üzerinden anlatıyor. Psikolojiye ve Freud öğretisine yakın ilgisi nedeniyle eserlerinde psikolojik analizin ağırlıklı olduğu Zweig'ın bu eseri gene tam bir psikolojik çözümleme. Adım adım korkunun aldığı şekilleri, yarattığı dehşeti, utanç, pişmanlık, öfke, direniş, pes ediş, bağışlama, ceza gibi korkunun tüm ögelerini ele almış. Hikâyenin ana kahramanı Irene ile okuru korkunun tünellerinde gezdirirken burjuva yaşantısını eleştirmeyi de ihmâl etmemiş.

Kitap 70 sayfa ama tipik bir Zweig örneği. Kısacık bir kitap ama anlatılan koca bir dünya. İşte Zweig! dedirten bir kitap. Okunmalı mı? Evet, kesinlikle okunmalı.

1 yorum:

Ebru dedi ki...

Merhabalar,


Avusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı Stefan Zweig'i ilk olarak ''Satranç'' kitabıyla tanımıştım. ‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romanını da dün itibariyle bitirdim. ”Olağanüstü Bir Gece”, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimini anlatmaktadır. Romanda beni en çok etkileyen cümle şu iki cümle olmuştu:


-Kendisini bulmuş olan insan dünyada hiçbir şeyi kaybetmeyecektir. Kendi içindeki insanı kavramış olan insan ise bütün insanlığı anlayacaktır.

-Ne var ki bu satırları zaten sadece kendim için yazacaktım ve kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.


‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romandan altını çizdiğim, en sevdiğim yirmi alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/olaganustu-bir-gece-romanindan-muhtesem-20-alinti/

Umuyorum ilgiyle okursunuz,
edebiyatla ve sağlıkla kalın.