Lise yıllarımda Edebiyat dersinde ödev olarak okuduğumuz Sancı Sancı romanıyla tanışmıştım Necati
Tosuner’le. Almanya’da var olmaya, tutunmaya çalışan Türkleri anlattığı
romanında kullandığı “sen” anlatıcıdan çok etkilenmiş ve romanın bir parçası
olarak geçmiştim o hüzün dolu satırların arasından.
Burgazada’daki Sait Faik Müzesi’nde karşılaştım tekrar
kendisiyle. 1999 yılında Sait Faik Öykü Ödülü’nü aldığı Güneş Giderken adlı
öykü kitabıyla bekliyordu beni Sait Faik’in kitaplarının arasında. Hemen aldım.
Ne arkasını, ne de bir öyküsünden bazı satırlar okumadan. Necati Tosuner olması
yeterliydi benim için. Onun kitabını orada görmek beni lise yıllarıma götürdü.
Puslu anılarım arasından romanından etkilenişim, o güne kadar alışmış olduğumuz
yazarların dışında bir anlatım biçimi, Edebiyat hocamızın organizasyonuyla, kitabını imzalatışımız saçıldı ortaya.
Ağrılardan çok sancıları yazan bir yazar Tosuner. Hiç
gitmeyen, yüreğin bir köşesinde yerleşik zaman zaman kendini hatırlatan
sancıların. Kısa cümleler kuruyor. Bazen tek kelimelik cümleler. Vuruyor,
yakıyor o kısalık. Sancıdan nefesi kesilmiş gibi. Anca o kadar çıkabiliyor
sanki, tüm sancısı o kısacık cümlenin içinde saklı. İnsanın içinde kaybolduğu
duyguları bölerek, parçalayarak veriyor. Zaman bölünüyor, kalp atışı ritminde
ilerliyor.
Güneş Giderken adını verdiği öykü kitabında yaşlılık
öyküleri var. İçindeki bir öykünün adı değil Güneş Giderken. Çok iyi seçilmiş,
içinde öyküleştirdiği kahramanların ortak duygusunu veren bir ad. Hayatı
simgeleyen güneşin artık, batımına doğru solmaya yüz tutmuş anıların, yıpranmış
tutkuların, kaybolmuş umudun, anlamsız telaşların üzerine son defa vurarak, o
ritmi yavaşlamış yüreğin içinde hiç kaybolmamış çocuk ruhun üzerini
aydınlatışını okuyorsunuz. Hep geçmişteki heyecanların ardından bakakalıyor
karakterler, Koşa Koşa Gidilen öyküsünde kahramanımızın eskiden “ güldü mü,
durgun bir denizde, çok uzaktan, ağır çekimde yunuslar geçiyor “ diyecek kadar
sevdalandığı Necla’sının, seneler sonra karşılaştığında kocasının kolunda
vapura binip gidişinin ardından bakakaldığı gibi. Derin bir hüzün kaplıyor
insanı.
İnsan ruhunda saklı sancıların en ince ayrıntılarını bu
kadar yalın ve öz anlatabilen Tosuner’i lise yıllarında bırakıp bir daha ele
almamış olmama hayıflanıyorum. Gençliğin verdiği bir hovardalıkla sancıların
üzerinden hoplaya zıplaya geçtiğim yıllar olduğundan olmalı. Belki şimdilerde
gün batımına doğru yürüdüğümden daha bir anlam buluyorum ifadelerinde. Bitmek
tükenmek bilmez sancının insanı nefessiz bırakıp kelimesiz bırakabildiğini
bildiğimden, zamanın acımasızca insana bunu öğrettiğinden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder