Son zamanlarda hiç yapmadığım bir şey yaptım. Birkaç
kitabı bir arada okuyorum. Karışık ruh
halimin sonucu olsa gerek. İki kalın roman giderken bir yandan, öykü kitapları
nefes gibi girdi aralara. Yeni başladığım A. H. Tanpınar atölyesi sebebiyle de Tanpınar
öyküleri de eklendi bu kitaplara. Bu karmaşa sürerken hocam “ al, bunu da oku” deyince akan tüm sular
durdu. Diğer kitaplar kenara kondu ve Reyhan Yıldırım’ın Boynumda Bir Dize İnci adlı öykü kitabına başlandı.
Reyhan Yıldırım’ı, Yeşim Cimcoz Yazı Evi’nde verdiği
Mitolojide Arıza Kadınlar
atölyesinden gıyaben tanıyorum. Yok, katıldığımdan değil. Hep katılmak isteyip
bir türlü katılamadığımdan. Ayrıca bloğumda yazdığım Yazmak adlı 6 dakika
notuma da yaptığı yorum çok değerli. Edebiyata saygılı olduğumu yazmış. Bu
yorumu yapan birinin de edebiyata saygısı olduğu aşikâr.
Kitabı ilk önce sevgili Füsun Çetinel’in Facebook’taki
paylaşımı vasıtasıyla görmüştüm. Alınacaklar listemdeydi. Ben almadan hediye
geldi. Uzaktan takip ettiğim Reyhan Yıldırım’ın kitabı olmasının yanı sıra
isminden de çekti beni kitap. İnci, nedense, bende hep gözyaşını çağrıştırır.
Her kadının gerçekten boynunda bir dizi inciyle dolaştığını düşünürüm. Her
gözyaşı içinde acı, keder, hüzün barındırdığı kadar sevinç, mutluluk ve umut da
barındırır. Bir varoluştur her damla gözyaşı…
Adından kadın öyküleri olduğunu düşündüğüm kitabı
okuyunca çok fazla yanılmadığımı gördüm. Kitaba adını veren ve beni en
etkileyen anlatıma sahip olanlardan Boynumda Bir Dize İnci öyküsünü okuyunca
ki kitabın ilk öyküsü, ezilmiş, bastırılmış, eziyet görmüş, tecavüze uğramış, öldürülmüş
kadınların öykülerini okuyacağımı düşündüm. Bir kaçı böyle olmakla beraber
hepsi değil. İçindeki fırtınaları yutup koyu bir sessizliğe bürünmüş,
suskunlukları içinde boğulan karakterlerin öyküleri bunlar.
Anlatım dili olarak sıklıkla metaforları kullanıyor
yazar. Kitap bir metafor cenneti. Bu
ayrı bir yetenek. Zaman zaman
metaforların içinde kaybolup hikâyeyi kaçırdığımı söylemeliyim. Temiz bir Türkçesi var. Kurgular iyi
düşünülmüş. Ah! Kurgu benim en zayıf yanım. Kurguları iyi oturtanlara
hayranlığım apayrı. Yirmi beş öyküden oluşuyor kitap. Ben öykü kitaplarının en
fazla on beş öyküden olması gerektiğini savunur oldum. Huysuzum ya, ondandır. Sanki
on- on beş öyküde yazarın lezzeti damağımda kalıyor, doymuyorum. Herhangi bir
şeyini çok beğendiğim lokantaya tekrar tekrar gidişim gibi, lezzeti damağımda
kalmış yazarı da takip ediyorum. Aynı lezzeti bir daha damağımda duyumsamanın
hazzını bekliyorum yeni kitabını beklerken. Aynı üslubu tatmin sınırımın
ötesinde okuduğum zaman doyuyorum. Sezgin Kaymaz’ın otuz dört öykülük Bakele kitabında
da hissetmiştim bu doygunluğu. Hoş, onda bir de aynı dünyanın değişik anları
gibiydi otuz dört öykü. Hani neredeyse roman gibi. Neyse ki, Reyhan Yıldırım
değişik hayatlardan, karakterlerden başka başka hikâyeler anlatmış okura.
Öyküler pamuk gibi değip geçiyor okura. Kimisi
demirden ağır… Ben özellikle tecavüz öykülerini beğendim. Tecavüzün ruhta bıraktığı derin yaraları
anlattığı öyküleri. Favorimse Bir Daha
Öyle Leyla Olunmaz. Onu aldım yüreğime koydum.
Değerli bir hoca olarak Reyhan Yıldırım, bana
yorumunda yazdığı gibi söyleyişte özgünlüğün nasıl yakalanacağını, yazanlara bu
kitabıyla da gösteriyor. Yazmaya çabalayan biri olarak, yol gösterdiği özgünlüğü
yakalayabilirim bir gün umarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder