8 Eylül 2015 Salı

BİR FOTOĞRAF KARESİ ÜZERİNE

Günlerdir Aylan bebeğin resmi gözümün önünde… “Nasıl bir fotoğraftır o? “ dedi bir arkadaşım. Evet, nasıl bir fotoğraftır o? İnsanı can evinden vuran, bir görüp bir daha bakamadığın bir fotoğraf… Berkin’in ve Van depreminde ölen Yunus’un kara gözleri ve yıllar içinde hayatlarının baharında yaşama veda etmiş daha niceleri eşlik ediyor bu görüntüye. Hangi din, dil, ırk, milletten olduğu önemli değil, çocuk olma noktasında birleşiyor hepsi. Ölen çocuk oldu mu infial ediyor vicdanlar, başka bir kederle çarpıyor yürekler.

Yeni bir yaşam umuduyla binilen botun dalgalara yenilip devrilmesi geliyor gözümün önüne. Annenin,babanın dalgaların içinde batıp çıkan çocuklarını bir çırpınışla kurtarmak için çabalarken yaşadıkları dehşeti hayal ediyorum ama tam hissedemiyorum. İki evladını ve eşini kaybetmiş baba. Bir daha yaşayabilecek mi o baba? Aynen Doğu'da askerlik yapan evlatları olan annelerin her gün nefeslerini tutarak uyumadan yaşamaya çalıştıklarını hayal edebildiğim ama tam hissedemediğim gibi. Hissedebildiğim kadarı bile yakıyor içimi ki benim acım onlarınkinin yanına yaklaşamaz. Her evlat anasının-babasının kınalı kuzusu, can damarı... Diyecek söz kalmıyor. Tıkanıyorum...

Daha hayatın tozlu virajlarından kirlenmemiş bu çocukların,  yaşamanın ne demek olduğunu bile anlamadan yaşamdan göçüp gitmelerine isyan ediyoruz hepimiz. Haklıyız da. Ancak bugün, dün, evvelsi gün, daha evvelsi gün şehit olan askerlerin, dağlarda savaşan teröristlerin, mülteci botlarında yaşamlarını yitiren annelerin babaların, dünyanın herhangi bir yerinde savaşıp ölenlerin ve öldürenlerin de bir zamanlar çocuk oldukları düşüyor aklıma. Şehitlerimize üzülüyoruz tabii üzülmesine ama ölen bir çocuk oldu mu bir başka sızlıyor içimiz.  Sanki yitirilmiş çocuk saflığımızın ardından bir ağıt yakıyoruz.

Peki, hangi noktada yitiriyoruz bu çocuk saflığımızı? Hangi noktada yetmiyor insanca yaşamak? Hangi noktada devreye giriyor güç hırsı? Hangi noktada körleşiyor yürekler? Hangi noktada unutuyoruz insanca yaşamanın bir bacağının da kardeşçe ve barış içinde yaşamak olduğunu? O kırılma noktasında aramalı belki çözümü…

Elli iki senelik yaşantım boyunca tek bildiğim gerçek şudur ki; hangi millet, din, dil, ırktan olursa olsun acının, kederin, aşkın, sevginin dili birdir. Herkes sevdiğini korur, ölüsünün arkasından ağlar. Ne birinin sevgisi diğerinden fazla, ne de diğerinin kederi öbüründen eksiktir. İnsan olmanın, insanca yaşamanın temeli bunu kabul etmekten geçiyor. Gücün, hırsın bu temeli yıktığını neden göremiyor bazılarımız? Onlar da dünün çocukları değil mi? Komşum açken, bir aile kaybından dolayı acı içindeyken ben keyif içinde olabiliyorsam nerede kaldı insanlığım? Paylaşamıyorsam acıyı, sevinci yaşamanın nefes alıp vermekten öte ne anlamı var? Bu kadar acı etrafında bile birleşemiyorsak vay halimize!

İnsanca yaşamak… Unuttuk çoktan… Nefes alıp veriyoruz sadece yaşadığımızı zannederek.


Ve bir fotoğraf karesinin üzerinden kanatlanıp gidiyor çocukluğumuz... 

Hiç yorum yok: