8 Ağustos 2014 Cuma

ALMANYA GEZİ NOTLARI

Babamın teşhisi yeni konan hastalığı nedeniyle bütün planları, arzuları, niyetleri kısaca hayatı askıya aldık bir süreliğine. Onun hastalığı ekseninde dönen endişe, telaş, korku, sevgi, vicdan, şefkat, şaşkınlık, tevekkül gondolları ile bezeli bir dönme dolaba binmiş gibi hissediyorum kendimi. Her çevirişte başka bir gondol duruyor önümde. Bazen öyle bazen böyle…

Kötüleşti diye hastaneye yatırılan babamın yanında olmak, ona moral verebilmek amacıyla apar topar gittik kızımla Almanya’ya. Senelerdir her sene gittiğim Almanya’ya belki de ilk defa farklı gözle baktım bu sefer. Daha bir inceleyerek, gözlemleyerek… Ölümün kıyısında gezinen babam dolayısı ile hayatı yine ve yeniden sorgulama dönemine girdiğimden olsa gerek, önüme gelen her durumu iyice anlama çabasındaydım. On günlük seyahat bana hayatı her açısından inceleme fırsatı sundu bana.

Dördüncü evre kanser teşhisi konan babamın ve eşinin hastalığa bakış açılarında başladı şaşkınlığım. Biz Türklerdeki gibi bir ah vah durumu olmadığı gibi, inanılmaz bir serinkanlılıkla, hayattan asla vazgeçmeden yaklaşıyorlar hastalığa. Ömrünün çok uzun olmadığının bilincinde birkaç sene daha kaliteli bir yaşam sürme derdindeler ikisi de. Eşinde de yandım, bittim, kül oldum söylemleri hiç yok. Hatta babam hastanedeyken bir tanıdıklarının doğum günü davetine katılabilecek kadar hala hayatın içindeler. Bizde olsa kocasını hastanede yalnız bıraktığı için eleştiri bombardımanına tutulurdu kadıncağız. İlk başta ben de şaşırdığımı itiraf etmeliyim ama “bu uzun ve zorlu süreci atlatabilmek için benim de enerjiye ihtiyacım var” dediğinde hak verdim kendisine. Babam da bozulmadı zaten, bilakis gitmesi için teşvik bile etti. Öyle akın akın hastaneye hücum eden bir dost ahbap güruhu da yok. Enfeksiyon kapma riski yüksek dendiği için herkes telefonla arayıp hal hatır soruyor. Zaten hastaneye gittiğinizde kalabalık odalarda yatanların Türk hastalar olduğunu hem kalabalıktan hem de gelen lahmacunvari kokulardan anlıyorsunuz hemen. Doktorlar da şikayetçi bu durumdan ancak yasak koymayı doğru bulmadıklarından, durumu anlatıp insanların kendi aklıselimlerine bırakmayı tercih ediyor Almanlar. Bilseler bizde aklıselim durumu işin içine hastalık girdi mi yok olur gider, belki başka türlü yaklaşacaklar ama anlayamıyorlar.

Bize güzel bir sürpriz yapıp Almanya’ya gittiğimizin ertesi günü hastaneden salıverileceğini öğrenince ben, hemen Türk kafası, babam gelmeden evi temizleyelim diyerek işe koyuldum. Tamam dedi üvey anne. Baktım üstten üstten toz alıyor, olmaz öyle deyip dolapların tepesine çıkıp en dip yerlere kadar toz alıp, silip, süpürüp evi babama hazır hale getirdik. Tabii üvey annede kendince haklı. Bizdeki gibi yardım edecek kimse olmayınca o da altmış yaşıyla yapabildiği kadar yapabiliyor. Kapının önüne buradan götürdüğüm galoşları da koyup “ gelen insanlara bunları giydireceksin “ deyince üvey anne şaşkın şaşkın yüzüme baktı iyice. Dışarıdan ayakkabısı ile giren mikrop taşır diye açıklamak zorunda kaldım. Her ne kadar gelenlere galoş giydirmediyse de kendisi de ayakkabılarını kapı önünde çıkarıp  ayakkabılarını hemen dolaba koymaya başladı. Babamı da tembihledik. O da öyle yapıyor şimdi. Eh, misafirliğe gidildiğinde ayakkabı çıkarma alışkanlıkları olmadığından düşünemiyorlar tabii.

Recep Tayyip Erdoğan’ın yurtdışında yaşayanlara oy verme imkanı sağlayacak değişikliği neden getirdiği hemen anlaşılıyor. İnanılmaz bir Türk nüfusu var Almanya’da. 60’lı yıllarda çalışmaya gidenlerin orada doğmuş çocukları ve onların da çocukları derken iyice büyümüş nüfus. Babamların yakınındaki bir Türk kafesine bir şey içmek için oturduğumuzda Türk garson kızla Türkçe konuşmaya çalıştım ama ne mümkün. Öyle bozuk Türkçesi. Almanya’da doğmuş, evde anne ve babasının bile Almanca konuştuklarını söylüyor. Sadece onlarla yaşayan babaanne ile Türkçe konuşuluyormuş. Almanya’da hala Türk olarak başka bir statüdeler, Türkiye’de ise Almancı olarak gene başka bir statüde. Ne oraya ne buraya aitler. Ortada kalmış, sahipsiz, kendi içlerinde bir birlik kurmaya çalışıyorlar. Türklerin sahip olduğu kocaman markete girdiğinizde de bunu hissediyorsunuz. Herkes Türkçe Almanca karışık konuşuyor. Erdoğan’ın onları kucaklayıcı tavrı onlara Türk kimliklerini yeniden hatırlatıyor. Ait hissediyorlar bir yere. Çoğu sıkı AKP’li…

Her sene gittiğim Almanya’da baş örtülü, pardesülü gezen kesimde inanılmaz bir artış gözlemledim. Eskiden olabildiğince Alman toplumuna uyum sağlamaya çalışan Türkler artık kendi özerkliklerini ilan etmişler, uyum sağlama çabaları hiç yok. Tamamen kendi içlerinde yaşıyorlar. Sadece orada doğmuş, büyümüş çocuklar ailelerinden baskı görmüyorlarsa Almanlaşıp artık o toplumun içinde yer edinmeye çalışıyorlar. Televizyonda birçok Türk sunucu, oyuncu, komedyen görülebiliyor. Bunlar Almanlar tarafından kabul edilip, sevilen kişilikler. Ancak Almanlar kendi içlerine kapanıp, kendi dünyalarından apayrı bir şekilde yaşayan Türkleri aralarında istemiyorlar artık. Zaten işsizliğin yüksek olduğu, ekonomik sıkıntı içindeki Almanya kendi halkına yeterince iş olmadığından şikayetçi. Bu başörtülü, pardesülü, yerine göre çarşafla gezen Türkleri estetik bile değil diyerek aşağılıyorlar.

R. T. Erdoğan’ın özellikle Gezi olayları sonrası sertleşen söylemleri,  insan özgürlüğünü kısıtlayıcı kararlarından sonra bir de dünya üzerindeki diğer İslam ülkelerindeki durmak bilmez kan dökülen olaylardan sonra İslam dininin “ saçma, kan dökücü, insanı değerleri sahip olmayan, kötü “ bir din olduğu konusunda neredeyse hem fikirler. Kendilerince böyle Avrupa Birliği’ne giremezsiniz diye tehdit ediyorlar. Erdoğan’ın ondan çoktan vaz geçtiğinin farkında değiller. Tüm dinlerin temel değerlerinin aynı olduğunu düşünürüm hep. Ancak bu yaklaşım farklılığından sanki bambaşka şeyler söyleniyormuş gibi algılanıyor maalesef. Artık anlayış, hoşgörü falan hak getire İslam’a karşı nefret tohumları ekiliyor ister istemez.

Kendi kişisel ve sosyal haklarından çok emin, gündelik yaşamlarını sürdürüyorlar Almanlar. Tatile nereye gidelim, evdeki televizyonu daha yenisiyle nasıl değiştiririm, yaşı gelmiş çocuğuma nasıl araba alırım, birçok, bana göre olmasa da olur, bıttırı bızık ev aletini nasıl alırım gibi tüketim odaklı bir hayatları var. Türklerin yaşam mücadelesini, hayata tutunma çabalarını pek anlamıyorlar.

Babam çok yoğun iş hayatımı bırakmamdan memnun ama nasıl geçindiğimi, geçineceğimi bir türlü aklı almıyor. İkinci kitabını da çıkarmadın diyor sanki kitaptan para kazanılırmış gibi. Kitaptan para kazanılmaz ki dediğimde iyice dehşete düştü adamcağız. Hayatımı çok küçülttüm, daha mutluyum diye anlattım. Anlamadıysa bile evet görülüyor dedi. İkinci Dünya Savaşı’nın yoksunluk günlerinden gelen babam için maddi kazanımlar , manevi kazanımların önünde oldu çoğu zaman. Ölümle dans ettiği şu günlerde biraz daha fazla anlamış görünüyor maneviyat ihtiyacını. Senelerdir kiliseye adım bile atmayan babam, eşinden öğrendiğime göre son bir senedir kiliseye gider olmuş. Hatta hastanedeyken kendi gidemediği için eşini yollamış Pazar ayinine. Şaşırmadım desem yalan olur ama yaşlandıkça, yaş aldıkça maneviyatın daha bir önem kazandığına güzel bir örnek.

Şimdi o iyi, bu kötü diye bir yorum yapmayacağım. Sadece kültür farkı diyebiliyorum. Neredeyse her konuda farklı iki toplum Türkler ve Almanlar. Televizyon programlarından, kitapçılarda satılan kitaplardan, vizyondaki filmlerden vs iyice görülüyor bu fark. Biz özgürce yaşamanın savaşını verirken hala, onlar ise ellerindeki özgürlükle ne yapacaklarını düşünüyorlar.  


Temelde insani değerlerin aynı olduğu farklı din ve milliyete sahip insanların, tüm bu kültürel farklarına rağmen, güç, hırs odaklı mecraların içlerine nefret tohumu ekmelerine izin vermeden el birliği ile birbirlerine saygı duyarak, temel değerler etrafında buluştuğu, farklılıkları tehdit yerine zenginlik olarak gördüğü bir dünya için çabalamalarının doğru olduğunu düşünüyor ve bunun gittikçe uzaklaşan bir hayal olarak kalmasından ürküyorum. 

3 yorum:

Bedri ERTEN dedi ki...

Değerli Sanal Dostum,öncelikle Babanıza geçmiş olsun ve sizlere uzun sürecek sabır,metanet dileklerimi sunuyorum.Blogunuzdaki satırları zevkle okudum,o hengamede gözlemleriniz ülkemiz insanları için bir nebze ışık olabilirse ne mutlu size..Saniyelerin insanlara ne getireceği hala meçhul,başarılarınızın devamını dilerim...

MINDMILLS dedi ki...

Çok geçmiş olsun.

Yasemin Pforr dedi ki...

Geçmiş olsun dileklerinize çok teşekkür ederim Bedri Bey ve LesliYan :) Hayat döngüsünde sıra buna gelmiş demek ki. Kaçış yok, tevekkülle karşılamak gerek.