16 Kasım 2014 Pazar

HAYALLERE BİLET

Daha iki gün oldu biletimi alalı. İnsan altı ay sonrasına bilet alır mı bilmiyorum ama ben aldım. Burayı devreder devretmez, hanımla bir tren yolculuğu yapacağız. Hem de yataklıda. Ankara üstünden Adana’ya gidelim dedik. Hiç görmemişiz oraları. Nereyi gördük ki? Hep içimdedir Atamızı ziyaret etmek. Ona da duamızı okuyacağız kısmetse. Bir de Eskişehir güzelmiş diyorlar. Başka seferde oraya gideriz inşallah.

Dün sabah işe geldiğimde, baktım diğer esnaf toplaşmışlar bir kenarda hararetli hararetli konuşuyorlar. Eller kollar havada “olmaz böyle şey”, “yapılır mı bu bize?”, “ne olacak şimdi?”ler havada uçuşuyor. Meraklandım. Yanlarına gittim.

-       Ne oluyor arkadaşlar? Nedir bu telaş?
-       Haberin yok mu? Dün gece haberlerde söylediler.
-       Ne söylediler? Dinlemedim haberleri.
-       Bu istasyonu kapatacaklarmış. AVM yapılacakmış buraya. İhaleye açmışlar.
-       Nasıl yani? Burası kapanırsa trenlerin kalkacağı başka istasyon yok ki!
-       Çok iş yapmıyormuş burası. Trenleri de kaldıracaklarmış.
Koşa koşa istasyon amirinin yanına gittim.
-       Doğru mu haberler Hasan Bey?
-       Doğru, bana da tebligat dün geldi. Sizlerle bu gün paylaşacaktım haberi.
-       Nasıl olur? Ne olacak şimdi benim bilet?
-       Ne bileti?
-       Bilet almıştım ben altı ay sonrasına daha dün.
-       İade ederiz parasını, merak etme sen.
-       Ama ben…

Hasan Bey’in telefonu çaldı. Benim istediğim para değildi ki! Hayallerime ne olacaktı? Onları kim geri verecekti bana?.. Ya geçmişim?

Neredeyse kendimi bildim bileli bu istasyonun köşesinde gazete bayiliği yaparım. Bugüne kadar hiç nasip olmadı trene binip bir yere gitmek. İnsan yıllarca bir yerlerden gelip bir yerlere gidenleri görünce merak ediyor. Özeniyor. Babamdan kaldı bu iş bana. Çocukluk yıllarımda hafta sonları ve tatil günlerinde babama yardım ederek başladım. Liseyi de bitirince (üniversite falan bilmezdik o zamanlar) hazır kurulu düzen, fazla kafayı yormadan babamdan devraldım bu işi. Babam da burnunda tüten köyüne geri döndü mutlulukla.

Tren istasyonunun kendine has bir ritmi vardır. Hiç bitmeyen bir telaş rüzgârı eser durmadan. Yetişme derdinde koşturur insanlar. Önümden akan bu insan selinin içine benim de ruhum karışır ister istemez. Gözyaşları içinde birbirinden ayrılanları görünce üzülür, sevinçle kavuşanlarla sevinirim. Neler görmedi ki bu göz? Dile kolay elli yılım geçti burada. Elli yıl içinde idareler değişti, insanlar değişti, kılık kıyafetler değişti ama telaş hiç bitmedi. Hep bir yerden bir yere koşturma içinde geçti hayatlar; bir ben durdum olduğum yerde, hareketsiz. Kulübenin yeri bile değişmedi istasyonun içinde. Mesela şu karşı köşede bir pastane vardı yıllar evvel. İçinde kadife koltukları ile şık bir yerdi. Dışına birkaç tane tonet sandalye atmıştı. Tonet sandalyeyi bildiğimden değil. Oranın sahibi böbürlenerek anlatmıştı bana “birkaç tonet sandalyede attım mı dışarı, tam zenginlere göre olur. “ O zaman sormuştum “tonet sandalye ne? “ diye de, anlatmıştı. Arkası kavisli, oturak yeri hasır, ince ayaklı sandalyelermiş. Çok modaymış; Fransa’daki tüm pastane, lokantalar onlardan kullanıyormuş. Sosyete işiymiş yani. Allahın sandalyesi işte! Kıçını koyacağın yer, tövbe tövbe.  Hala gülerim ama aklımda da kalmış tonet sandalye. Neyse lafı uzatmayayım. Gerçekten şık, yakası kürklü paltolu, şapkalı zarif hanımlar, jilet gibi takım elbiseli beyefendiler gelirdi o pastaneye. O zamanlar bu kadar acelesi yoktu insanların. Tren vaktinden epey önce gelir, orada çay, kahve içerek kalkış saatini beklerlerdi. Sanki daha çok mu daha mı büyük bavulları olurdu insanların o zamanlar? Şimdi hap kadar çantalar taşıyorlar. Bavullar mı küçüldü, insanlar mı? Neyse. Bir zaman çok iş yaptı ama sonra kapandı. Aynı yer sonra şekerci oldu, lokum satardı hediyelik. Lokum götürmenin modası geçince onun da işi bitti. Tost, çay satan bir kafe oldu kısa bir süre. Şimdi ise hamburgerci orası. Gençler geliyor artık. Uzun saçlı, kulakları küpeli gençler. Yanlış anlamayın, erkek bunlar. Neredeyse her şey tersine döndü. Erkeklerin saçları uzadı, kızların ki ise kısacık. Ne bileyim, alışamadım ben bunlara. Erkek dediğin saç, sakal traşı yerinde olur. Benim oğlan da bir ara uzun saç modasına heveslenip saçlarını uzattıydı ama patlatıverdim bir tane “ne o öle karı gibi” diyerek. Biraz direndi, kesti sonunda. Neyse.

Benim hayatımda da oldu ufak tefek değişiklikler. İlk yıllarda öyle satılacak çok gazete, dergi yok; ek iş olsun diye kartpostal, oyuncak, hediyelik eşya da satardık. Çok turist de vardı o zamanlar. Bende lisan yok ama öğrendim tabii birkaç kelime. Sayıları öğrendim önce, fiyatı söylemek için. Bir de yes, no öğrendim. Hav maç dediler mi hemen bastırıyordum cevabı. İçinde hav maç geçmeyen bir şey dediler mi nooo diyordum. Ne soruyorlarsa artık. El, kol anlaşıyorduk valla. Gazeteler, dergiler arttıkça hediyelik işinden çıktım. Babamda gitmişti o aralar. Uğraşamıyordum hepsiyle. Gazeteler kupon işine girdi. Ne uğraştırdı beni şu kupon işi! Kadınlar gelir, dünün, evvelsi günün gazetesini sorarlardı. Yok kardeşim demekten dilimde tüy bitti. Kimisi ağlamaklı olurdu, nereden bulacağım ben eksik kuponları diye. Hey gidi günler! Başlarda Ses, Hayat, Hey dergileri varken kadın dergisi, erkek dergisi, yok araba dergisi yok sanat dergisi derken dergiler de çeşitlendi. Her bir konuya ayrı dergi. Hiç kazandılar mı bilmiyorum. Satmazdı çok onlar. Varsa yoksa magazinler, bir de içi çıplak kadın resimleri olan erkek dergileri. Sonra onlarda poşete girdi ya. Ne fark edecekse! Adamın kafasını da poşete sokamazsın ki! Oyuncakları bırakıp kitap da koydum bir süre ama satmadı, vazgeçtim.

Şimdilerde azaldı istasyonun müşterisi. Uçakla ya da otobüsle yolculuk ediyor çoğunluk. Zaten uçak fiyatları otobüs fiyatı oldu. Acelesi olanın işi ne trende? Tren artık keyif işi. Gezmek için, göre göre gezmek için biniyor insanlar. Bir de uçaktan korkanlar. Ben de korkardım ne yalan söyleyeyim. Ayağım yerde olacak. Biz de tıngır mıngır geze geze gideceğiz inşallah. Biletimi çıkarıp gözümün önüne koydum. Akşam hanıma gösterince ne sevindi. Hiç tatile götüremedim onu. Hep çalıştık yıllar boyunca.

Bakın bakın, geliyor istasyonun delisi. Bu adam yıllardır, elinde bavulu,  aynı saatte gelir, istasyonun artık çalışmayan kocaman eski saatine gözünü diker durur. Yaklaşık bir on beş dakika dikilir orada, sonra kafasını sallar gider. Bir kere dayanamadım, koştum yanına sordum “ne bekliyorsunuz? “ diye. “Kaçtı tren “ dedi ve gitti. Nedir, kimdir, ne derdi vardır bilmiyorum. Deli herhalde.

Şu ileride sevgilisine sarılmış kız var ya, hani mavi kazaklı. Üç kere daha sarılacaklar sonra kız gelip benden bir magazin dergisi alacak gözünde yaşlarla. Şimdi ben bunun sevdasına nasıl inanayım? O dergilerde kimin eli kimin cebinde belli değil. Aynı kız sürekli başka erkeklerle ya da aynı erkek başka başka kızlarla. Aklım almıyor. Ha nereden mi biliyorum? Ben de karıştırıyorum tabii arada. Kızlar güzel yani. Güzele bakmak sevaptır demiş atalarımız. Valla kötü niyet yok.

Böyle böyle günü geçiriyordum işte. Ona bak, buna bak derken akşam oluyor, evime gidiyordum. Evvelsi akşam giderken biletin yanına bir küçük biraz da balık almıştım. Bir keyif yapalım hanımla diye. Emektar teybe bir Orhan Abi kaseti de koymuştuk, değmeyin keyfimize kıvamında bir akşamdı işte. Sonra?.. Sonrası bu!






Hiç yorum yok: