9 Şubat 2014 Pazar

ÇOK GEZEN Mİ BİLİR ÇOK OKUYAN MI?

Hani “çok mu gezen bilir çok mu okuyan bilir? “ diye sorulan bir atasözümüz (?) var ya, nedense o takıldı bu sabah aklıma. Hatta ilkokullarda birçok münazaraya da konu olmuş bu söz, aslında gezenin daha çok bildiğini ima eder. En azından benim ilkokulda okuduğum yıllarda öyleydi. Artık bilgiye sonsuz ulaşım kaynağı neticesinde belki anlamı değişmiş olabilir ama…

Ben burada bilmeyi içselleştirmek olarak aldığımda gezenin daha çok bildiği konusunda hemfikirim. Birebir yaşanan tecrübelerle, gözle görülen yerleri, damağımızda erimiş lezzetleri hissedip dağarcığımıza yerleştirmek daha kolay. Hangi kitap bana Barcelona’daki balık pazarının girişindeki bir saraya girermiş hissi yaratan kapının güzelliğini, bu kapıdan geçince içerideki renk cümbüşünü, birbirine karışmış nefis kokularını, böyle sihirli bir mekanda olmanın yarattığı hazzı verebilir ki? Olsa olsa çok güzel tasvir edilmiş bir kitapta, oraları görme arzusu yaratabilir belki.

Babamın Alman olması nedeniyle çok küçük yaşlardan itibaren seyahat kavramı ile tanıştım. Sürekli Almanya Türkiye arası gidip gelinen yolculuklar, Yunanistan’da yaşam derken farklı kültürlerle çok erken yaşta tanıştım. Özellikle Yunanistan’da yabancı kimliği ile yaşamanın yan getirisi olarak orada yaşayan değişik ülkelere mensup çocuklarla oyun oynadım. Çocukluk ne güzel! Dil, din, ırk ayırımı yapmadan çocuk saflığımızla oyun oynar, keyifli kahkahalarla etrafımıza da neşe katardık. Annemle babam erken yaşta boşanınca tek başına uçak yolculukları da eklendi bu keyfe, hani boynunuzda asılı kocaman plastikten çantanızla hostese teslim edildiğiniz.  Çok severdim bu yolculukları. Hosteslerde, belki de tek başına seyahat etmek durumunda kalan bu çocuğa acıdıklarından( ne de olsa o dönemlerde fazla yoktu böyle tek başına seyahat eden 7-8 yaşında çocuklar)  fazlaca şımartırlardı yolculuk boyunca. Sonraları da ihracat işinde çalıştığımdan savaş altındaki Irak’tan, henüz Gorbaçov’un perestroikası ile tanışmamış Rusya’ya kadar uzandı bu seyahatlerim. Bütün bu yolculuklarımdan çok güzel anılar ekledim anı dağarcığıma.

Bu kadar seyahat eden biri olmama rağmen, nedense hiçbir zaman gittiğim ülkelerde turist gibi dolaşıp, elimde şehir haritası, o müze senin bu anıt benim gezmeyi sevemedim. Daha çok yerli halkın arasına karışıp, o ülkenin yerel kültürüne dair bir şeyler yaşama, görme hissim ağır bastı hep. Her ne kadar tarih içinde insan ögesi barındırsa da, o artık içinde insan yaşamayan kale, şato, saray vb yerlerden keyif alamadım. Seneler önce yapılmış dahi olsa, insana her daim söyleyecek şeyi olan sanat müzelerini tercih ettim.  Eğer varsa doğal güzelliklerini, bahçelerini gezdim. Turistlerin gitmediği, kıyı kenar yerlerdeki yerel lokantalarını bulmak istedim. Her zaman çok başarılı olduğum söylenemez ama…

Bütün bu seyahat maceralarıma rağmen, belki de yazmaya başladığım için, bir kitapta yazılmış çok güzel bir cümleyle karşılaştığım zaman ki hazzı hiçbir şeye değişmem. Seyahatlerin olan bilgiyi, görerek, dokunarak, hissederek öğrenme ve akılda tutmamıza yardımcı oldukları kesin. Kitaplarda ise bambaşka bir haz bekliyor beni. Bir cümle veya paragraftan yola çıkarak inanılmaz bir hayal dünyasına gidebiliyorum. Yazarın ne demek istediğini düşünürken, kendimin konuyla ilgili bilgimin ne kadar sığ veya çok olduğunu keşfediyorum. Az olduğunu keşfedersem, bilgimi genişletmek amacıyla konuyu araştırıyorum. Romandaki yerleri, karakterleri kendi hayal dünyama göre şekillendirebiliyorum. Zaten bundan değil midir çoğu kitaptan çevrilen filmlerin kitaba nazaran başarısız bulunması? Çoğu kişi kendi dünyasına göre şekillendirdiği hikayenin, sinema perdesinde karşılığını bulamadığında bir hayal kırıklığı yaşamıyor mu?

Birçok anlama gelebilecek bir cümle ile karşılaştığımda” ben olsam nasıl ifade ederdim? “ diye düşünüyorum. Çok güzel bir ifade ile karşılaştığımda, onu ben düşünemediğim için, içimi kıskançlık kaplıyor. Hırslanıyorum. Beynimin içinde cümlelerle dolaşıyorum. Biraz gerçek dünyadan, günlük hayat gailesinden insanı uzaklaştıran bir şey bu ama seyahatlerde öyle değil mi?

Günümüzde ulaşılabilen bilgi kaynağını düşünürsek, çok okuyanın da çok gezenin de bilgi sahibi olacağı bir gerçek. Tabii ki her iki kategori için de neyi ne kadar görmek, bilmek, öğrenmek istediğimizle orantılı bu durum. Dünya yer gezip sadece alışveriş caddelerini bilenler olabildiği gibi, birçok kitap okuyup bu kitaplardan hiçbir şey almadan kapağını kapayanlar da var. Gene insan ögesine dönüp bilginin ne çok gezmeyle ne de çok okumayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu iki öge de bilgiyi edinmek isteyenlere birer araç. Bilgi edinmek istemeyen, bundan haz almayan birini ne kadar çok gezdirirseniz gezdirin, ne kadar çok kitap okutursanız okutun, ele aldığınız noktadan olsa olsa bir adım öteye gidebileceğine inanıyorum. Her şey gibi bu da insanda bitiyor yani!

3 yorum:

Adsız dedi ki...


Merhaba,
Yakın zamanda kitabınızı bir arkadaşım hediye etti, hem de sizden imzalı. Bir çırpıda okuyup bitirdim. Elinize sağlık.
Benzer yollardan geçmişiz. Üstelik yollarımız okullarda da kesişmiş, farklı dönemlerden olsak bile.
Ben de iki buçuk senedir kendi mecramdan yazıyorum, dış ve iç dünyama dair keşiflerimi paylaşıyorum.
Blogunuzu takibe aldım. Mesajınız da ulaştı, teşekkür ederim, çok düşüncelisiniz. :)
Yine uğrayacağım.
Sevgiler..

Yasemin Pforr dedi ki...

Ben çok teşekkür ederim. Ben de blogunuzu takibe aldım. Yazmanın bir güzel yanı da yeni insanlar, yeni düşüncelerle tanışmak :)

Adsız dedi ki...

Kesinlikle. :)