Sevgili Nalan Hanım,
Kitabınız “Okur Postası”nda yarattığınız tüm okurlar ürkek
başlıyorlar mektuplarına. Ben de biraz aynı ruh hali içindeyim. Ne bileyim,
sizi rahatsız etmek, vaktinizi almaktan yana bir endişem var. Öte yandan bu
kadar “insanca” mektuplar yazabilen bir kişinin, hiç tanımadığı birisinden
mektup almaktan sevineceğini düşünüyorum. Bu ürkeklik, tanımadığımız bir
insanla iletişim kurmanın ürkekliğinden ziyade nedense sanatçılara, müdürlere,
patronlara, başkanlara, zenginlere yakıştırdığımız ulaşılmazlık payesinden.
Belki de olmak isteyip de olamadığımız için bu payeyi yapıştırmak işimize
geliyor. Halbuki yazarlar da bizler gibi insan değil mi? Satırlarının arasından
buram buram kokan özlemleri, yalnızlıkları, yoksunlukları, açlıkları, korkuları
yazarla biz okurları aynı düzleme taşımıyor mu? Kurgu dahi olsa satırların
arasından onların ruhuna dokunabiliyormuşum gibi hissediyorum ben. Onlar nasıl
bazı cümleleriyle benim ruhuma dokunuyorlarsa, aynen öyle. Bu, aynı ya da
benzer duyguyu yaşamanın getirdiği bir eşitlenme oluyor yazarla aramda. Sadece
benim ifade etmekte zorlandığım bir duyguyu böyle güzel dile getirebildikleri
için bir hayranlık besliyorum. Edebiyatın böyle bir güzelliği var.
Ayrıca her yazarın yarattığı eserin okurlar üzerinde nasıl
bir duygu yarattığını bilmek isteyeceğini hayal ediyorum. Okurların duygu
dünyasında nerelere dokunduğunu, dünyasında nasıl bir değişiklik yarattığını,
yazarken anlatmak istediğinin nasıl algılandığını merak eder gibi geliyor.
Bilmem yanılıyor muyum? Başka insanlara dokunmak, onlara ulaşmak, kendi ruhunu
yırtan duyguları paylaşmak isteği değil midir bir yazara kitap yaptıran? Yoksa
kendi kendine yazar, çekmecesinde saklardı. Değil mi? Lütfen ukalalık olarak
algılamayın. Dediğim gibi bilmiyorum sadece hayal ediyorum. Size bu satırları
yazmamdaki cüreti bağışlayın. Yarattığınız mektup öykülerinizdeki içtenlik,
insanın derisine işleyen cümleleriniz beni buna iten.
Utanarak söylemeliyim ki, bu kitabınızdan önce sizi
tanımıyordum. Sevgili bir dostumun kitabınızı hediye etmesiyle sizinle tanıştım.
Hemen yazmış olduğunuz diğer kitapları da almak istedim ama maalesef hepsi
tükenmiş. Sahaflara yolum düşecek anlaşılan. Kitabınızda mektup yazılmış birçok
yazarı da tanımadığımı itiraf etmeliyim. Kendimi iyi bir okur zannetmeme
rağmen aslında yanıldığımı, edebiyat okuru yerine piyasa okuru olduğumu fark
ettim. Bu anlamda kitabınız beni yeni bir yolculuğa çıkardı. Yaptığınız
alıntılardan yola çıkarak kendime yeni bir okuma listesi çıkardım. Bunun için
size ayrıca teşekkür ederim.
Kitabınız hediye edileli bir süre geçmiş olmasına rağmen,
her elime alışımda nedense geri bırakıp daha kolay akacak, beni fazla
yormayacak romanlara yöneldim. Hayatın keskin bir virajında yer aldığım şu
dönemde kendi ruhumun karmaşasına başka yorgunluklar, yalnızlıklar,
yoksunluklar ekleyemedim sanırım. Kendi dünyamda netleşmemiş, yerini bulmamış duygu
ve düşüncelerimin yoğunluğundan, sizin cümleleriniz bende karşılığını bulamadı
bir süre. Daha adını kendim koyamamışken, sizin pamuk yumuşaklığında sunduğunuz,
ucu sivri bıçaklarla yüreğimin üstüne duygularımı kazımanızı göğüsleyemedim.
Artık dibe, en dibe, ışıksız karanlığın en içine gömüldüğüm bir
sırada gene elime aldığımda, karıştırırken kitabınızı Leyla Erbil’e yazılmış
mektupta “ Kabuğunda kendi içine büzülmüş bir hayatı sürüklüyorum nefes alma
düzeyinde. “ cümlesiyle göz göze geldim. Dondum kaldım. O an ki beni bu kadar
net, bu kadar güzel anlatabilir miydi başka bir cümle? Kitabınızla aşkım işte
bu cümleyle başladı. Karanlığımı daha da siyaha boyayan duygularımla yüzleşmeye
hazır olduğumun bilincinde kitabınıza başladım.
Siz ve ben el ele ilerledik sayfalar boyunca. Yarattığınız
her okurun öyküsünde, geçmişimde veya bu günümde yaşadığım, yaralandığım,
yüzleştiğim ya da yüzleşemediğim duygu yoğunluğunun arasından süzüldüm. Her mektup
rüzgârda dalgalanan bir tül perde gibi öptü geçti yaralarımın üstünden. Hiç ses
bulmamış duygularım coşkuyla yer buldular benliğimde. İçlerinde kalmış irini
boşaltmak istercesine, acıyarak, acıtarak bir türlü kabuk bağlayamamış
yaralarımı tekrar tekrar kanattım kelimelerinizle. Geçmişle geleceğin
arasındaki hayatımda gezindim cümlelerinizden oluşan süpürgeyle. O kadar ben
ki, o kadar biz!.. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, yaşantımız farklı olsa da ne
kadar aynıyız aslında yoksunluklarımızda. Bunları yok etmek, yok saymak için
nasıl da bir kandırmacanın içindeyiz! Hepimiz başka bir giysinin içinde
avutmaya çalışırken kendini, yalnızlığımızda birleştiğimizi görmüyoruz, göremiyoruz.
J. D. Salinger “ Kitabı bitirdiğinizde yazarın iyi bir
arkadaşınız olduğunu hissedip, onu istediğiniz zaman arayabileceğiniz hissine
kapılabildiğiniz bir kitap iyi bir kitaptır. Ancak bu çok sık olmaz “ demiş. Salinger’ın
dediği gibi kitabı bitirdiğimde size yazmak, duygularımı paylaşmak isteği doğdu
içimde. Mektuba başlarken içime yerleşen ürkeklik duygusu da yazdıkça geçti. Varlığınız,
kitaplarınız, duygularıma ses verdiğiniz için size ancak kuru bir teşekkür
edebiliyorum. Eskilerin deyimiyle mürekkebiniz kurumasın Nalan Hanım. Başka
kitaplarda, başka duygu ve düşüncelerde kesişmek üzere…
Sevgi ve Saygılarımla,
Yasemin Pforr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder