28 Ağustos 2014 Perşembe

NALAN BARBAROSOĞLU'NA AÇIK MEKTUP

Sevgili Nalan Hanım,

Kitabınız “Okur Postası”nda yarattığınız tüm okurlar ürkek başlıyorlar mektuplarına. Ben de biraz aynı ruh hali içindeyim. Ne bileyim, sizi rahatsız etmek, vaktinizi almaktan yana bir endişem var. Öte yandan bu kadar “insanca” mektuplar yazabilen bir kişinin, hiç tanımadığı birisinden mektup almaktan sevineceğini düşünüyorum. Bu ürkeklik, tanımadığımız bir insanla iletişim kurmanın ürkekliğinden ziyade nedense sanatçılara, müdürlere, patronlara, başkanlara, zenginlere yakıştırdığımız ulaşılmazlık payesinden. Belki de olmak isteyip de olamadığımız için bu payeyi yapıştırmak işimize geliyor. Halbuki yazarlar da bizler gibi insan değil mi? Satırlarının arasından buram buram kokan özlemleri, yalnızlıkları, yoksunlukları, açlıkları, korkuları yazarla biz okurları aynı düzleme taşımıyor mu? Kurgu dahi olsa satırların arasından onların ruhuna dokunabiliyormuşum gibi hissediyorum ben. Onlar nasıl bazı cümleleriyle benim ruhuma dokunuyorlarsa, aynen öyle. Bu, aynı ya da benzer duyguyu yaşamanın getirdiği bir eşitlenme oluyor yazarla aramda. Sadece benim ifade etmekte zorlandığım bir duyguyu böyle güzel dile getirebildikleri için bir hayranlık besliyorum. Edebiyatın böyle bir güzelliği var.

Ayrıca her yazarın yarattığı eserin okurlar üzerinde nasıl bir duygu yarattığını bilmek isteyeceğini hayal ediyorum. Okurların duygu dünyasında nerelere dokunduğunu, dünyasında nasıl bir değişiklik yarattığını, yazarken anlatmak istediğinin nasıl algılandığını merak eder gibi geliyor. Bilmem yanılıyor muyum? Başka insanlara dokunmak, onlara ulaşmak, kendi ruhunu yırtan duyguları paylaşmak isteği değil midir bir yazara kitap yaptıran? Yoksa kendi kendine yazar, çekmecesinde saklardı. Değil mi? Lütfen ukalalık olarak algılamayın. Dediğim gibi bilmiyorum sadece hayal ediyorum. Size bu satırları yazmamdaki cüreti bağışlayın. Yarattığınız mektup öykülerinizdeki içtenlik, insanın derisine işleyen cümleleriniz beni buna iten.

Utanarak söylemeliyim ki, bu kitabınızdan önce sizi tanımıyordum. Sevgili bir dostumun kitabınızı hediye etmesiyle sizinle tanıştım. Hemen yazmış olduğunuz diğer kitapları da almak istedim ama maalesef hepsi tükenmiş. Sahaflara yolum düşecek anlaşılan. Kitabınızda mektup yazılmış birçok yazarı da tanımadığımı itiraf etmeliyim. Kendimi iyi bir okur zannetmeme rağmen aslında yanıldığımı, edebiyat okuru yerine piyasa okuru olduğumu fark ettim. Bu anlamda kitabınız beni yeni bir yolculuğa çıkardı. Yaptığınız alıntılardan yola çıkarak kendime yeni bir okuma listesi çıkardım. Bunun için size ayrıca teşekkür ederim.

Kitabınız hediye edileli bir süre geçmiş olmasına rağmen, her elime alışımda nedense geri bırakıp daha kolay akacak, beni fazla yormayacak romanlara yöneldim. Hayatın keskin bir virajında yer aldığım şu dönemde kendi ruhumun karmaşasına başka yorgunluklar, yalnızlıklar, yoksunluklar ekleyemedim sanırım. Kendi dünyamda netleşmemiş, yerini bulmamış duygu ve düşüncelerimin yoğunluğundan, sizin cümleleriniz bende karşılığını bulamadı bir süre. Daha adını kendim koyamamışken, sizin pamuk yumuşaklığında sunduğunuz, ucu sivri bıçaklarla yüreğimin üstüne duygularımı kazımanızı göğüsleyemedim.

Artık dibe, en dibe, ışıksız karanlığın en içine gömüldüğüm bir sırada gene elime aldığımda, karıştırırken kitabınızı Leyla Erbil’e yazılmış mektupta “ Kabuğunda kendi içine büzülmüş bir hayatı sürüklüyorum nefes alma düzeyinde. “ cümlesiyle göz göze geldim. Dondum kaldım. O an ki beni bu kadar net, bu kadar güzel anlatabilir miydi başka bir cümle? Kitabınızla aşkım işte bu cümleyle başladı. Karanlığımı daha da siyaha boyayan duygularımla yüzleşmeye hazır olduğumun bilincinde kitabınıza başladım.

Siz ve ben el ele ilerledik sayfalar boyunca. Yarattığınız her okurun öyküsünde, geçmişimde veya bu günümde yaşadığım, yaralandığım, yüzleştiğim ya da yüzleşemediğim duygu yoğunluğunun arasından süzüldüm. Her mektup rüzgârda dalgalanan bir tül perde gibi öptü geçti yaralarımın üstünden. Hiç ses bulmamış duygularım coşkuyla yer buldular benliğimde. İçlerinde kalmış irini boşaltmak istercesine, acıyarak, acıtarak bir türlü kabuk bağlayamamış yaralarımı tekrar tekrar kanattım kelimelerinizle. Geçmişle geleceğin arasındaki hayatımda gezindim cümlelerinizden oluşan süpürgeyle. O kadar ben ki, o kadar biz!.. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, yaşantımız farklı olsa da ne kadar aynıyız aslında yoksunluklarımızda. Bunları yok etmek, yok saymak için nasıl da bir kandırmacanın içindeyiz! Hepimiz başka bir giysinin içinde avutmaya çalışırken kendini, yalnızlığımızda birleştiğimizi görmüyoruz, göremiyoruz.

J. D. Salinger “ Kitabı bitirdiğinizde yazarın iyi bir arkadaşınız olduğunu hissedip, onu istediğiniz zaman arayabileceğiniz hissine kapılabildiğiniz bir kitap iyi bir kitaptır. Ancak bu çok sık olmaz “ demiş. Salinger’ın dediği gibi kitabı bitirdiğimde size yazmak, duygularımı paylaşmak isteği doğdu içimde. Mektuba başlarken içime yerleşen ürkeklik duygusu da yazdıkça geçti. Varlığınız, kitaplarınız, duygularıma ses verdiğiniz için size ancak kuru bir teşekkür edebiliyorum. Eskilerin deyimiyle mürekkebiniz kurumasın Nalan Hanım. Başka kitaplarda, başka duygu ve düşüncelerde kesişmek üzere…

Sevgi ve Saygılarımla,

Yasemin Pforr


Hiç yorum yok: