Çocukluk yıllarımın
bir bölümünde yaşadığım Yunanistan’dan çok güzel anılarla ayrılmış olmalıyım
ki, daha lise yıllarında bile, henüz politikanın P’sini bile bilmezken, “bu
Türk-Yunan düşmanlığını politikacılar yaratıyor, halkların arasında bir
anlaşmazlık yok” derdim. Lise yıllarını terörün tavan yaptığı 1978-1981
arasında geçirdiğimi bilenler, nasıl olupta o dönemde siyasetten bu kadar uzak
kalabildiğimi merak ediyorlarsa, Gülse Birsel’in 30.Haziran(bugün) tarihli yazısını
okumalarını tavsiye ederim. Bizde de durum aynı şekilde idi zira. “Aman kızım,
her şeyden uzak dur” durumu özetle…
Henüz
siyasetin alengirli yollarıyla fazla tanışmamış olduğumdan, en saf halimle
Türk-Yunan düşmanlığını katiyetle kabul etmez, bu benzer iki kültürün nasıl
düşman olacağını aklım almazdı. Zaten Yunanistan’da geçen çocukluğumda, oradaki
Yunan çocuklarla sokaklarda keyifle oynadıktan ve evimize bir sürü tatlı
Yunanlı dostlarımız girip çıktıktan sonra bu düşmanlığı aklımın alması
imkansızdı. Aradan geçen onca yıla rağmen, geçtiğimiz Mayıs ayında sevgili
dostum gazeteci-yazar-fotoğraf sanatçısı Uğur Oral’ın Atina’da açtığı, İzmir ve
Ege Bölgesi fotoğrafları ve kendi denemelerinden oluşan “ Aynı Gökyüzü Altında “
adlı sergisine, serginin süresinin bir hafta daha uzaltılmasını gerektirecek
kadar yoğun bir ilgi gösterilmesi, bu dostluğun, tüm politik düşmanlığa rağmen,
sürdüğünün göstergesi…
Şimdi
diyeceksiniz ki, konumuz Gezi ve Kürt kardeşliği… Nereden çıktı Yunan dostluğu?
Hatırlarsınız Hrant Dink öldürüldüğünde bir çok Türk vatandaşı “ Hepimiz Hrant’ız
“ diye yürümüş ve Hrant Dink’in Ermeni olmasından dolayı bu slogan çok polemik
yaratmıştı. Bu günde Gezi ruhuyla yıllardır PKK tarafından şehit edilmiş
askerlerimiz, vatandaşlarımız yüzünden diş bilediğimiz Kürt halkını
kucaklıyoruz. Aslında daha birçok örnek var; Mübadele yılları, Varlık Vergisi,
Van depremi olayları gibi…
Kürt
kardeşliğine dönersek, gene seneler evvel Cenevre’de katıldığım Fransızca kursunda
sınıfımda bulunan, iltica etmiş bir Kürt karı-koca vardı. Birkaç gün içinde
tanışmış, akabinde de beni evlerine yemeğe çağırmışlardı. O zamanki zavallı
aklımla bu davete gitmekten inanılmaz korkmuş ama davete icabet etmemeyi de
kendime yedirememiştim. Gittim… Küçücük evlerinde, ellerinde ki kısıtlı
imkanlarla bana mükellef dolmasıyla, pilavıyla tam bir Türk sofrası
hazırlamışlardı. Sonra hanımla dost olduk. Bana Türkiye’yi, kendi topraklarını
ne kadar özlediğini anlatırdı. Kadınsal konulardan da konuşurduk. Eşiyle olan
sorunlarını anlatırdı. O da insandı işte… Sizin, benim gibi… Aynı dertlerden
muzdarip, kendi toprağından uzak kalmış, yalnızlık içinde “Türk” olmama rağmen,
insanlığıma güvenerek bana sığınmıştı. En azından orada aldığım süre içinde… O
dönemde eski bir Türk bakanının evinde kaldığım düşünülürse risk miydi? Evet riskti…
Hem onun için, hem benim için… Ancak tüm politik, etnik, farklılıklarımızı (
hoş benim yoktu ya, hala da yok…her zaman insanlık çizgim oldu, o gün de bu gün
de) bir kenara bırakarak, insanlık şemsiyesinin altında birleşmiştik.
Burada
azınlık edebiyatı yapmayacağım. Azınlıkların içinde oldukları durumu,
kendilerini nasıl hissettiklerini, özellikle son yıllarda kendi toprağımızda
azınlık konumuna düşürüldüğümüz için hepimiz biliyoruz. Sadece Kürt vatandaşlarımızın
ağırlıklı olduğu bölgelerde karakol üstüne karakol yapmak yerine altyapıya, eğitime
daha ağırlık verilseydi, terörle mücadele için harcanan tonlarca para bu yönde
harcansaydı, kendi varlıklarını hissettirmek için PKK terör örgütüne bu kadar
paye verirler miydi diye de düşünmeden edemiyorum.
Her ne kadar
Yunan dostluğu, ayrı topraklarda olmakla kendini ayrıştırsa da bütün bu
verdiğim örnekler beni, insanların aralarındaki tüm kültürel farklılıklara
rağmen birbirini kabul edip sevebileceği, saygı duyabileceği ve dahi böyle bir
özlem içinde olduğu gerçeğine götürüyor. Devletlerin üst kademelerinde yapılan
hesapların içine çekilmediği sürece insanlar birbirleri ile gayet insanca ve
dostça geçinebilecekleri gibi, bu hesapların içine dahil olmak istemediklerini
de ellerine geçen her fırsatta ifade ediyorlar. Herkes İNSANLIK şemsiyesinin
altında birleşmek istiyor. Gezi direnişi de bu çağrının haykırışa döndüğü
noktadır. Bu şemsiyeyi Türk bayrağı altında açmak, buna imkan tanımak Türkiye halkına en yakışanı
olacaktır…