30 Haziran 2013 Pazar

İNSANLIK ŞEMSİYESİ


Çocukluk yıllarımın bir bölümünde yaşadığım Yunanistan’dan çok güzel anılarla ayrılmış olmalıyım ki, daha lise yıllarında bile, henüz politikanın P’sini bile bilmezken, “bu Türk-Yunan düşmanlığını politikacılar yaratıyor, halkların arasında bir anlaşmazlık yok” derdim. Lise yıllarını terörün tavan yaptığı 1978-1981 arasında geçirdiğimi bilenler, nasıl olupta o dönemde siyasetten bu kadar uzak kalabildiğimi merak ediyorlarsa, Gülse Birsel’in 30.Haziran(bugün) tarihli yazısını okumalarını tavsiye ederim. Bizde de durum aynı şekilde idi zira. “Aman kızım, her şeyden uzak dur” durumu özetle…

Henüz siyasetin alengirli yollarıyla fazla tanışmamış olduğumdan, en saf halimle Türk-Yunan düşmanlığını katiyetle kabul etmez, bu benzer iki kültürün nasıl düşman olacağını aklım almazdı. Zaten Yunanistan’da geçen çocukluğumda, oradaki Yunan çocuklarla sokaklarda keyifle oynadıktan ve evimize bir sürü tatlı Yunanlı dostlarımız girip çıktıktan sonra bu düşmanlığı aklımın alması imkansızdı. Aradan geçen onca yıla rağmen, geçtiğimiz Mayıs ayında sevgili dostum gazeteci-yazar-fotoğraf sanatçısı Uğur Oral’ın Atina’da açtığı, İzmir ve Ege Bölgesi fotoğrafları ve kendi denemelerinden oluşan “ Aynı Gökyüzü Altında “ adlı sergisine, serginin süresinin bir hafta daha uzaltılmasını gerektirecek kadar yoğun bir ilgi gösterilmesi, bu dostluğun, tüm politik düşmanlığa rağmen, sürdüğünün göstergesi…

Şimdi diyeceksiniz ki, konumuz Gezi ve Kürt kardeşliği… Nereden çıktı Yunan dostluğu? Hatırlarsınız Hrant Dink öldürüldüğünde bir çok Türk vatandaşı “ Hepimiz Hrant’ız “ diye yürümüş ve Hrant Dink’in Ermeni olmasından dolayı bu slogan çok polemik yaratmıştı. Bu günde Gezi ruhuyla yıllardır PKK tarafından şehit edilmiş askerlerimiz, vatandaşlarımız yüzünden diş bilediğimiz Kürt halkını kucaklıyoruz. Aslında daha birçok örnek var; Mübadele yılları, Varlık Vergisi, Van depremi olayları gibi…

Kürt kardeşliğine dönersek, gene seneler evvel Cenevre’de katıldığım Fransızca kursunda sınıfımda bulunan, iltica etmiş bir Kürt karı-koca vardı. Birkaç gün içinde tanışmış, akabinde de beni evlerine yemeğe çağırmışlardı. O zamanki zavallı aklımla bu davete gitmekten inanılmaz korkmuş ama davete icabet etmemeyi de kendime yedirememiştim. Gittim… Küçücük evlerinde, ellerinde ki kısıtlı imkanlarla bana mükellef dolmasıyla, pilavıyla tam bir Türk sofrası hazırlamışlardı. Sonra hanımla dost olduk. Bana Türkiye’yi, kendi topraklarını ne kadar özlediğini anlatırdı. Kadınsal konulardan da konuşurduk. Eşiyle olan sorunlarını anlatırdı. O da insandı işte… Sizin, benim gibi… Aynı dertlerden muzdarip, kendi toprağından uzak kalmış, yalnızlık içinde “Türk” olmama rağmen, insanlığıma güvenerek bana sığınmıştı. En azından orada aldığım süre içinde… O dönemde eski bir Türk bakanının evinde kaldığım düşünülürse risk miydi? Evet riskti… Hem onun için, hem benim için… Ancak tüm politik, etnik, farklılıklarımızı ( hoş benim yoktu ya, hala da yok…her zaman insanlık çizgim oldu, o gün de bu gün de) bir kenara bırakarak, insanlık şemsiyesinin altında birleşmiştik.

Burada azınlık edebiyatı yapmayacağım. Azınlıkların içinde oldukları durumu, kendilerini nasıl hissettiklerini, özellikle son yıllarda kendi toprağımızda azınlık konumuna düşürüldüğümüz için hepimiz biliyoruz. Sadece Kürt vatandaşlarımızın ağırlıklı olduğu bölgelerde karakol üstüne karakol yapmak yerine altyapıya, eğitime daha ağırlık verilseydi, terörle mücadele için harcanan tonlarca para bu yönde harcansaydı, kendi varlıklarını hissettirmek için PKK terör örgütüne bu kadar paye verirler miydi diye de düşünmeden edemiyorum.

Her ne kadar Yunan dostluğu, ayrı topraklarda olmakla kendini ayrıştırsa da bütün bu verdiğim örnekler beni, insanların aralarındaki tüm kültürel farklılıklara rağmen birbirini kabul edip sevebileceği, saygı duyabileceği ve dahi böyle bir özlem içinde olduğu gerçeğine götürüyor. Devletlerin üst kademelerinde yapılan hesapların içine çekilmediği sürece insanlar birbirleri ile gayet insanca ve dostça geçinebilecekleri gibi, bu hesapların içine dahil olmak istemediklerini de ellerine geçen her fırsatta ifade ediyorlar. Herkes İNSANLIK şemsiyesinin altında birleşmek istiyor. Gezi direnişi de bu çağrının haykırışa döndüğü noktadır. Bu şemsiyeyi Türk bayrağı altında açmak, buna imkan tanımak Türkiye halkına en yakışanı olacaktır…

1 yorum:

Yasemin Pforr dedi ki...

Politikacılar nihayetinde bizim irademizin cisimleşmiş halidir.İrademiz ise aklımızın ve kalbimizin ortak kararı sonucu el vasıtasıyla sandıkta şekillenir.İnsan, hayat ağacını ya gurur suyuyla ya da tevazu suyuyla besler.Cehaletin kol gezdiği toplumlar gururun esiri olur,eğitimli donanım sahibi toplumlar ağacını tevazuyla besler.Biri faydasız hatta sonunda kendi yaşamınıda tehlikeye sokan meyveler diğeri serinlik verir ve tatlı yemişler yetiştirir.Halkların kardeşçe yaşayabileceğine inanıyorum.Kardeşce yaşayabilmesi için cehaletin pençesinde olmaması gerektiğini düşünüyorum.Toplumsal olaylar çok yönlü,karmaşık bir yapıya sahiptir.Anında tahlil etme olanağı zayıftır ve zaman ister ki bu yüzden akademiz analizler olaylardan çok sonra boy gösterir.Olayların daha fazla zarar vermeden sakinleşmesini ve memleketimin her yerinde orman gibi insanımın kardeşce yaşamasını diliyorum. YALÇIN DVT