21 Haziran 2013 Cuma

BİR SİLKİNDİK PİR SİLKİNDİK


31 Mayıs Cuma sabahı, her zamanki gibi kızımı okula yollayıp bilgisayarımın başına geçtiğimde benim için sıradan bir gündü.  O günün sıradanlığını bozan tek şey, ertesi günü İzmir’de yapılacak imza günü için öğle saatlerinde İzmir’e gidecek olmamdı. Bir yandan sosyal medya üzerindeki ıvır zıvıra bakarken günlük haberleri dinlemek amacıyla televizyonu da açmıştım. Bilgisayarımın açılmasını beklerken fondaki ses sıradan normal haberler aktarmakla meşguldu. Facebook hesabıma ulaştığımda ise bambaşka bir manzara ile karşılaştım. Herkes sabaha karşı Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesine karşı birkaç gündür oturma eylemi yapan gençlere karşı gazlı müdahale yapan polislerden bahsediyor, daha sabahın erken saati olması sebebiyle ortada çok net bir bilgi dolaşmıyordu. Şaşkınlıkla televizyon kanalları arasında dolaştım ama orada herhangi bir açıklama yoktu.

İtiraf etmeliyim ki birkaç gündür süren oturma eylemini okumuş, gençlerin bu çabasını takdir etmiş ama üzerinde de durmamıştım. Her zaman ki gibi bu birkaç iyi niyetli gencin çabalarının sonuçsuz kalacağına, her zaman ki gibi devletin gene kendi bildiğini okuyacağını düşünmüştüm üzerimde senelerdir birikmiş yılgınlıkla. Sosyal medya üzerinde o sabah okuduğum haberlere de yılların verdiği alışkanlıkla, çok aşırı bir tepki göstermeyip sadece “ gene devlet anlamsız tepkisini gösterdi, bıraksalardı çocukları, heveslerini alsalardı. Nasıl olsa birkaç gün sonra bırakacaklardı eylemi” gibi sığ bir düşünceyi aklımdan geçirdim. Sonra da döndüm kendi dünyama, İzmir yolculuğu için hazırlıklarıma devama…

O saatten sonra havaalanı, İzmir’e uçuş derken olaylardan bihaber devam ettim günüme. Hatta İzmir’e vardığımda o seyahatim süresince evinde kalacağım arkadaşımla Havaş’ın hemen orada bulunan Mado’da buluşup (maalesef) geçmiş senelerin boşluğunu doldurduk sohbetle. Eve geldiğimizde de eşi de katılınca geceye kadar sürdü bu dünyadan bihaber sohbetimiz. Sabah erken kalkmış ve yolculuk yapmış olmanın verdiği yorgunlukla saat 22:00 civarı yatmaya giderken, alışkanlıkla cep telefonumdan neler olmuş Facebook’ta diye bakınca gördüm ki yer yerinden yıkılıyor. Hemen arkadaşlarıma da olan biteni anlatıp geçtik televizyonun başına. Gördüklerimiz, duyduklarımız karşısında dilimiz tutuldu. Bir süre üçümüzde hiç konuşamadan bakakaldık Halk TV ekranına… Diğer kanallarda ne haber var diye oradan oraya geziniyoruz ama diğer kanallarda diziler, şarkılar türküler devam ediyor olağan haliyle...

Yaklaşık bir saat sonra şaşkınlığımız geçtikten sonra başlayabildik konuşmaya, yorum yapmaya… Beynimin içinden sürekli “ Neden? Neden bu masum çocuklara böyle zalimce saldırır devlet? “ sorusu geçiyor, son derece masumane bir dürtüyle inançları doğrultusunda yola çıkmış bu gençlerin, karşılaştıkları bu vahşi davranış karşısında alacakları yaraların gelecekleri için onlara ne kadar zarar vereceğini düşünüyorum o an. Siyasetle fazla ilgili olmayan ben, sade bir vatandaş olarak insani bir tepkiyle seyrediyorum olayları. İçimde hayal kırıklığının beslediği bir öfkenin büyüdüğünü hissediyorum. Bu konularda daha bilgili olan Levent’in anlattıklarını can kulağı ile dinliyorum. Anlamaya çalışıyorum. Her şeyi, devleti, gençleri, dünleri, yarınları…

Sonra yaşananlar herkesçe malum… Bu süreç içinde hepimiz çeşitli duygu fırtınalarından geçtik. Tüm Türkiye’nin, evde zorla tutulan %50’de dahil olmak üzere, herkese öfke duygusu hakim oldu.  Sağolsunlar ki bu aklıevvel gençler bize sağduyulu olmayı, sakin kalmamız gerektiğini, şiddete karşı şiddetle cevap vermenin bir çözüm olmadığını gösterdiler. Biz, 50 yaş üstü insanlar, geçmiş zamanlarda çeşitli zorlu dönemlerden geçmiş ve hep bir korkuyla ebeveynlerimiz tarafından bastırıldığımız için, bu yeni rüzgara hemen adapte olduk. Zamanında bize tanınmayan özgürlükleri çocuklarımız için istediğimizden, son zamanlarda üzerimize serpilmiş ölü toprağından bir anda silkinerek onların yanında yer aldık. Son dönemde, özellikle de 2010 referandumunda “yetmez ama evetçiler” sayesinde yargının bağımsızlığı gittiğinden beri, elimde 12 yaşında bir kız çocuğu sahibi olarak, üzerime çökmüş yılgınlıktan sıyrılmam gerektiğini, sadece kendi çocuğum için değil, bu ülkenin tüm gençleri için, kendim için, bizim için, bu ülke topraklarında doğmuş, bu bayrağın altında toplanan her Türk vatandaşı için, bir kişiden ne olur ki düşüncesine kapılmadan, bu mücadelenin yanında yer almak gerekliliğini gördüm. Ben çuvaldızı en önce kendime batırarak, ülkenin geleceği konusunda yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadığımı bildiğimden, günlerdir sürekli okuyorum, bu konuda bilgisine ve vizyonuna inandığım kişilerle konuşuyorum. Anlattıklarını can kulağı ile dinliyorum. Kendi süzgecimden geçiriyorum. Karşı tarafı daha iyi anlamak adına mümkün mertebe onları da okumaya çalışıyorum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Mevcut kapasitemle, yeteneklerim ve bilgimle yapabileceklerimi bu ülkenin geleceğinin hizmetine sunmaya kararlıyım. Korkunun, baskının altında sindirilmiş ruhlarımızı aydınlığa çıkarmanın zamanının çoktan geldiğini görüyorum. Bunu bizlere hatırlatan gençlere minnetimi sunuyorum.

Ben, Yasemin Pforr, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, yolumun her zaman adalet ve sevgiden yana olduğunu buradan herkese bildiriyorum. Bu yolda yürüyecek, bu yoldan asla ve asla sapmayacak insanlarla fikir ve elbirliği içinde olduğumu beyan ederim.

Hiç yorum yok: