13 Ekim 2018 Cumartesi

TORONTO GÜNLÜKLERİ - 7

12.10.2018

BİR AYI DEVİRDİK

Tam bir ay evvel bu saatlerde Toronto Havaalanı'ndaydık. Uçaktan ineli bir saat olmuş, muhtemelen ya pasaport ya da öğrenci vizesi kuyruğunda bekliyorduk. Öyle böyle derken, zaten çoğu gözlemimi de sizlerle paylaşmıştım, bir ay geçti kaldı dokuz ay. Böyle gün sayarmış gibi yazdığıma bakmayın, gün saymıyorum kesinlikle. Burada dertsiz, tasasız yaşamanın keyfini çıkarıyorum. En büyük derdim ama evde ekmek bitmesin. Yakında bakkal, market benzeri bir şey olmadığı için ya özel alışveriş günü planlamak gerekiyor ya da gittiğin yerde market veya benzeri bir yer görürsen en azından ekmeğini, sütünü almadan geçmiyorsun. Sadece burada kalınacak süre belli olup on ay gibi turistlikle yerleşme arası bir süreç olunca insanın kendi de arada kalıyor biraz. Bazen aman hazır buralara gelmişken her şeyi göreyim kaçırmayayım havasında bir telaşa giriyorum, bazen de hazır kafan dingin nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşa, iç sesini dinle diyorum. İç sesim beni sürekli parklara, bahçelere, göle, kütüphanelere, kitaplara götürüyor. Her sokağa çıktığımda kalem defter çıkıyorum ama yazma konusuna gelince bu günlükler dışında pek bir hareket yok maalesef. Yazma konusunda hayallerimi henüz hayata geçiremediysem de okuma konusunda iyiyim. Ama kafamda tilkiler dolanmaya başladı, bu iyiye işaret.

Toronto, belki Kanada'nın diğer şehirleri de öyledir, sanki boş, köksüz bir şehir ve her gelip yerleşen kendine istediği hayatı kurmuş gibi. Hep diyorum ya pek kaynaşan yok. Her grup kendine bir alan yaratmış, bu alanın içinde yaşıyor sanki. Uzakdoğulular baskın. İnsanı kavrayan, kendini yabancı hissetmesine sebep olacak bir kültür yoğunluğu, tarih vs bir şey yok. Kolonyal kültürün etkisinden çıkıp kendi kültürlerini oluşturmaya 1950'lerden itibaren yavaş yavaş başlandığını yazıyor Margaret Atwood'un biyografisinde ancak ortaya ne çıktığını anlayabileceğim, hah işte bu tipik Kanada diyeceğim bir şey göremedim henüz. Belki çok erken. Atwood o tarihe kadar pek Kanadalı yazarların, şairlerin bilinmediğini ancak 1960'lardan sonra Donald Sutherland, Leonard Cohen gibi isimlerin yavaş yavaş tanınır olduğundan bahsediyor. Bir de o tarihlere kadar eserlerinde Kanada'dan bahseden yazarlar ilgi görmez, eserleri basılmazmış. İlla Amerika veya Avrupa'da geçen eserler olmalıymış kitapta yazdığına göre. İngiliz kolonisi olmalarına rağmen İngilizceleri Amerikan İngilizcesi. Mimari dışında çoğu şey Amerikan özentiliği içinde. Mimari İngiliz. Zaten eski binalar. Muhtemelen kolonyal dönemden kalma çoğu. Şehrin kendine ait bir ruhu yok. Ama burada yaşamaya karar verirseniz kendi ruhunuzu şehrin dekoru ,zerine işleyebilirsiniz.

Yeme - içme konusunda pek söz edemiyorum zira benim kız vegan ve ergen olduğu için asla benimle dışarı çıkmıyor, hele vegan olmayan bir lokantaya asla gelmez. Görebildiğim kadarıyla et ve bira ülkesi. Hali hazırda tek başıma bara gidip bira içecek veya akşam tek başıma yemeğe gidecek kadar Türklüğümü atamadım :) Yemek merakından ziyade sohbeti sevdiğim için tek başıma yemek yemek çok anlamlı gelmiyor bana. Belki vegan yemekten sıkıldığım bir ara kalkar giderim. Kimbilir?

Sigara konusu da ilginç. Kafelerin açık alanlarında bile sigara içmek yasak. Hatta bazı plazalar kapılarının önünde belli bir bölgeyi sigara içilmez alan olarak işaretlemişler. Sigara her yerden alınamıyor. Bizdeki bakkal kıvamındaki, neredeyse hepsi Çinliler tarafından - yani öyle varsayıyorum, hepsi çekik gözlü - işletilen dükkanlardan alınabiliyor. Sigara ortada sergilenmiyor. Dolabın içinde duruyor. Buraya kadar güzel. Ancak bütün bu özene ve çabaya rağmen sokaklar sigara izmaritiyle dolu. Temiz bir şehir de değil zaten. Bu kadar karışık kültürün bir arada yaşadığı yerde çok da şaşırtmıyor bu beni. Her evde üç çöp kutusu var. Organik, geri dönüşüm ve çöp diye bölünüyor çöpler. Haftanın belirli günü kapınızın önüne çıkarıyorsunuz, topluyorlar. Sokakları temizleyen bir çöp aracıyla şu ana dek karşılaşmadım. Yani hep bir şey var ama yok duygusu takip ediyor insanı özetle.

Ay, Facebook'a değil bloğa yazıyorum diye kaptırmışım gene. Burada keseyim. Başka günlüklere de konu kalsın değil mi?


Hiç yorum yok: