Sakin sakin oturuyorum eskiden Zanzibar olan, şimdi ise
Carluccio diye bir İtalyan lokantasına dönüşen mekânın dışında. Bir yandan
sigara içiyorum, bir yandan gelen geçeni seyrediyorum. Pasaj içi olmasına
rağmen geleni geçeni çoktur bu pasajın. Yılbaşı arifesi olduğu için ellerinde
hediye paketleriyle güzel, şık hanımlar geçiyor önümden. Saat akşam yediye
doğru yaklaştığı için hafif bir telaş var adımlarında. Kar soğuğu esiyor bir
yandan.
Uzaktan iki hanım geliyor kırmızılar içinde. Gülüşüyorlar.
Kırk –kırk beş yaşlarında olmalılar. Oturduğum yere doğru seğirtiyorlar.
Sanırım burada akşam yemeği yiyecekler. Nedense içime bir sevinç giriyor.
Onların neşesi bana bulaşıyor. Daha onlar içeri giremeden arkalarından başka
kırmızılı bir hanım sesleniyor;” durun, ben de geldim. “ Birer ikişer dakika
arayla ya pantolonları, ya atkıları, ya gömlekleri, ya ayakkabıları kırmızı,
hepsi kırmızı rujlu hanımlar geliyorlar birer, ikişer. Kalkma niyetim olmasına
rağmen bu neşeli grubun keyifli enerjisine kapılıp, bir kahve daha ısmarlayarak
oturuyorum. Kalabalık arttıkça ortaya yayılan kahkahaları seyrediyorum.
Yaşları birbirine yakın olan bu hanımların okul arkadaşı olduklarını
tahmin ediyorum. Sanırım bir yılbaşı yemeği düzenlemişler ve kırmızı
giyileceğine karar verilmiş. Çoğu içeride olmasına rağmen dışarı taşan
seslerinden yılların eskitemediği bir dostluk kokusu alıyorum. Tam hepsi bu
kadar herhalde diye geçerken içimden biri kırmızı elbiseli, diğeri kafasına
kırmızı tüllü, tüylü bir şey takmış iki kadın daha geliyor. Kadının kafasındaki
şeye gülüyorum. Sınıfın delisi bu kadın olmalı. Komik ama neşeli! Aldırmıyor
komik olmasına. Belli ki arkadaşlarını eğlendirmek adına takmış o komik şeyi.
Arkadaşları da büyük bir tezahüratla karşılıyorlar zaten bu durumu.
Dışarıdan içeriye bakınca kırmızı üzeri beyaz puantiyeli,
askılı yazlık elbiseli bir kadın görüyorum. Çocuk gibi. Neşesi, gülümsemesi de
öyle. İçerideki coşkuyu görünce fark ediyorum ki çocuk kadınlar bunlar. Uzunca
boylu bir hanımın altında on beş yaşındaki kız kardeşimin giydiği tül eteklerden
var! Bir diğer hanımın saçları ise mavi! Başka bir hanımın ise önündeki bir
tutam saç kıpkırmızı! Bedenleri büyümüş ama ruhları çocuk kalmış kadınlar. Ne
hoş… Kendi yirmi beş yaşlarındaki kız
arkadaşlarımın ruhlarındaki yaşlılıkla karşılaştırınca yaşanmış onca seneye
rağmen korumayı başardıkları bu çocuk ruhlarıyla tanımadan seviyorum onları.
Belki de çocukluk yıllarının dostlarıyla bir araya geldiklerinde salıveriyorlar
çocuk ruhlarını ortaya.
Sigara içmeye çıkanlar yan masamda çember oluşturuyorlar.
Aralarındaki konuşmalardan (biraz yüksek sesle konuşuyorlar) kimisinin iş
sahibi, kimisininse yüksek pozisyonlarda işleri olduğunu alıyorum. Puantiyeli
çocuk kadının Asya Pasifik’in başında olduğunu duyuyorum. Yeni atanmış
anladığım, herkes tebrik ediyor. İnanmakta zorlanıyorum. Ara ara ciddileşen yüz
ifadelerinden belki iş hayatlarında, belki de özel hayatlarında ki
sıkıntılardan bahsettiklerini anlıyorum. Sonra aniden patlatıverdileri bir
kahkaha ile düzeliyor yüz ifadeleri. Sanki hayata karşı patlatılıyor o
kahkahalar.
Büyülenmiş, bu grubun yansıttığı yaşam enerjisinden
etkilenmiş, yerimden kalkamıyorum. Garsonlar “ kapalı bu gece burası, özel bir
davet var “ diyerek beni kaldırmaya çalışıyorlar. “
Tamam, son bir kahve “ diyerek ikna ediyorum onları. Bu çocuk kadınların
neşesinden, aralarında çok belli olan sevgi bağından mümkün mertebe nasiplenmek
istiyorum.
Ve düşünüyorum; istisnasız herkesin hayatında zorluklar,
sıkıntılar olduğuna göre bu grubun geldikleri yaşa rağmen, yaşam isteklerini
kaybetmek bir yana, yaşama daha da tırnaklarını geçirebilmelerini sorguluyorum.
Ders çıkarmalıyım bu hanımlardan. Otuz yaşıma rağmen öyle bezgin, öyle yorgunum
ki! Nasıl yapıyorlar? İşin sırrının, tüm hırpalanmaya rağmen, çocuk ruhlarını
en kıymetli mücevherleri gibi saklamaları olduğunun farkına varıyorum. Çocukluk
yıllarından, aynı sıralarda dirsek çürüttükleri arkadaşlarıyla ara ara bir
araya gelerek, üzüntülerin, yoksunlukların, sıkıntıların arasına sıkışmış çocuk
ruhlarına oyun oynamalarına izin vererek, onun her daim canlı kalmasını
sağlıyorlar. Oyun oynamaktan yorulmayan çocuklar gibi, her dibe vurduklarında,
o çocuk ısrarla kaldırıp oyuna davet ediyor yeniden.
Benim de lisede en yakın arkadaşım Bülent’ti. Sahi, o
nerelerdedir şimdi?