30 Aralık 2014 Salı

ÇOCUK KADINLAR

Sakin sakin oturuyorum eskiden Zanzibar olan, şimdi ise Carluccio diye bir İtalyan lokantasına dönüşen mekânın dışında. Bir yandan sigara içiyorum, bir yandan gelen geçeni seyrediyorum. Pasaj içi olmasına rağmen geleni geçeni çoktur bu pasajın. Yılbaşı arifesi olduğu için ellerinde hediye paketleriyle güzel, şık hanımlar geçiyor önümden. Saat akşam yediye doğru yaklaştığı için hafif bir telaş var adımlarında. Kar soğuğu esiyor bir yandan.

Uzaktan iki hanım geliyor kırmızılar içinde. Gülüşüyorlar. Kırk –kırk beş yaşlarında olmalılar. Oturduğum yere doğru seğirtiyorlar. Sanırım burada akşam yemeği yiyecekler. Nedense içime bir sevinç giriyor. Onların neşesi bana bulaşıyor. Daha onlar içeri giremeden arkalarından başka kırmızılı bir hanım sesleniyor;” durun, ben de geldim. “ Birer ikişer dakika arayla ya pantolonları, ya atkıları, ya gömlekleri, ya ayakkabıları kırmızı, hepsi kırmızı rujlu hanımlar geliyorlar birer, ikişer. Kalkma niyetim olmasına rağmen bu neşeli grubun keyifli enerjisine kapılıp, bir kahve daha ısmarlayarak oturuyorum. Kalabalık arttıkça ortaya yayılan kahkahaları seyrediyorum.

Yaşları birbirine yakın olan bu hanımların okul arkadaşı olduklarını tahmin ediyorum. Sanırım bir yılbaşı yemeği düzenlemişler ve kırmızı giyileceğine karar verilmiş. Çoğu içeride olmasına rağmen dışarı taşan seslerinden yılların eskitemediği bir dostluk kokusu alıyorum. Tam hepsi bu kadar herhalde diye geçerken içimden biri kırmızı elbiseli, diğeri kafasına kırmızı tüllü, tüylü bir şey takmış iki kadın daha geliyor. Kadının kafasındaki şeye gülüyorum. Sınıfın delisi bu kadın olmalı. Komik ama neşeli! Aldırmıyor komik olmasına. Belli ki arkadaşlarını eğlendirmek adına takmış o komik şeyi. Arkadaşları da büyük bir tezahüratla karşılıyorlar zaten bu durumu.

Dışarıdan içeriye bakınca kırmızı üzeri beyaz puantiyeli, askılı yazlık elbiseli bir kadın görüyorum. Çocuk gibi. Neşesi, gülümsemesi de öyle. İçerideki coşkuyu görünce fark ediyorum ki çocuk kadınlar bunlar. Uzunca boylu bir hanımın altında on beş yaşındaki kız kardeşimin giydiği tül eteklerden var! Bir diğer hanımın saçları ise mavi! Başka bir hanımın ise önündeki bir tutam saç kıpkırmızı! Bedenleri büyümüş ama ruhları çocuk kalmış kadınlar. Ne hoş…  Kendi yirmi beş yaşlarındaki kız arkadaşlarımın ruhlarındaki yaşlılıkla karşılaştırınca yaşanmış onca seneye rağmen korumayı başardıkları bu çocuk ruhlarıyla tanımadan seviyorum onları. Belki de çocukluk yıllarının dostlarıyla bir araya geldiklerinde salıveriyorlar çocuk ruhlarını ortaya.

Sigara içmeye çıkanlar yan masamda çember oluşturuyorlar. Aralarındaki konuşmalardan (biraz yüksek sesle konuşuyorlar) kimisinin iş sahibi, kimisininse yüksek pozisyonlarda işleri olduğunu alıyorum. Puantiyeli çocuk kadının Asya Pasifik’in başında olduğunu duyuyorum. Yeni atanmış anladığım, herkes tebrik ediyor. İnanmakta zorlanıyorum. Ara ara ciddileşen yüz ifadelerinden belki iş hayatlarında, belki de özel hayatlarında ki sıkıntılardan bahsettiklerini anlıyorum. Sonra aniden patlatıverdileri bir kahkaha ile düzeliyor yüz ifadeleri. Sanki hayata karşı patlatılıyor o kahkahalar.

Büyülenmiş, bu grubun yansıttığı yaşam enerjisinden etkilenmiş, yerimden kalkamıyorum. Garsonlar “ kapalı bu gece burası, özel bir davet var “ diyerek beni kaldırmaya çalışıyorlar.     “ Tamam, son bir kahve “ diyerek ikna ediyorum onları. Bu çocuk kadınların neşesinden, aralarında çok belli olan sevgi bağından mümkün mertebe nasiplenmek istiyorum.

Ve düşünüyorum; istisnasız herkesin hayatında zorluklar, sıkıntılar olduğuna göre bu grubun geldikleri yaşa rağmen, yaşam isteklerini kaybetmek bir yana, yaşama daha da tırnaklarını geçirebilmelerini sorguluyorum. Ders çıkarmalıyım bu hanımlardan. Otuz yaşıma rağmen öyle bezgin, öyle yorgunum ki! Nasıl yapıyorlar? İşin sırrının, tüm hırpalanmaya rağmen, çocuk ruhlarını en kıymetli mücevherleri gibi saklamaları olduğunun farkına varıyorum. Çocukluk yıllarından, aynı sıralarda dirsek çürüttükleri arkadaşlarıyla ara ara bir araya gelerek, üzüntülerin, yoksunlukların, sıkıntıların arasına sıkışmış çocuk ruhlarına oyun oynamalarına izin vererek, onun her daim canlı kalmasını sağlıyorlar. Oyun oynamaktan yorulmayan çocuklar gibi, her dibe vurduklarında, o çocuk ısrarla kaldırıp oyuna davet ediyor yeniden.


Benim de lisede en yakın arkadaşım Bülent’ti. Sahi, o nerelerdedir şimdi?

1 yorum:

Yasemin Pforr dedi ki...

Cümlelerin, kelimelerin yüreğime hem değiyor hem de oylesine su serpiyor ki; yazılarını okuyunca kendimi Sahra Çölü'nde susuz kalmış ancak suya kavuşan gezgine benzetiyorum. ❤

Şimdi - Çocuk Kadınlar yazını okudum; tek kelime ile muhteşem!!!

Sevgiyle,
Filiz Hösükoğlu