Adalar hep hüzünlendirmiştir beni. Koskoca denizin
ortasında, dünyanın geri kalanından uzak, kendi içlerine dönük bir yaşamları
vardır. Sevinçlerini, coşkularını o dört tarafı sularla kaplı toprak parçası
üzerinde yaşarlar, üzüntülerini, kederlerini de aynı toprağa gömerler sessizce.
Farklıdır ada insanı. Yeryüzünü kaplamış hırs, güç gibi insanı yıpratan
duygulardan uzak, bir avuç insanla kurdukları, sade zevklerden oluşan,
kendilerine has küçük bir dünyaları vardır. Belki de bu yüzden şehir
karmaşasından yorulan insanların hep ziyaret etmeyi sevdikleri yerler olmuştur
adalar. Bir süreliğine insanı yoran, boğan hayat mücadelesinden uzaklaşmak,
adaların kendine özgü yavaş ritmi içinde kendi ruhlarını özgürce martıların
kanatlarına takmak arzusudur belki.
Sait Faik’in öykülerinde de bu sadeliği, bu dingin ritmi
bulurum. İddiasız, sakince başlayıp, yağ gibi akar öyküleri. Öyle büyük,
çarpıcı olaylar yazmaz, zirve yapan finaller yapmaz Sait Faik. Dili sadedir,
ağdalı cümleler kullanmaz. Zordur süslemesiz sanat yapmak. Esas beceri
buradadır. Süs hatayı örter. Sadelik “Ben buradayım, bu kadarım” demektir.
Herkesin birbirinden süslü maskelerin ardına kendini sakladığı bir dünyada bunu
yapmak gerçekten cesaret işidir. Belki de bu yüzden, tam bu yüzden hüzünlüdür
öyküleri.
Bütün bu sade dinginliğin içinde, satır aralarında, Usta’nın
iç dünyasındaki fırtınaları sezerim. Zaman zaman kendini arayış, kendini
beğenmeme şeklinde görülen bir kendini reddediş baş gösterir öykülerinde. Bir
yalnızlık türküsü çalar fonda genelde, bir yere sığamama, bir ait olamama
şarkısı çalar cümlelerinde. Babası tüccardır, kendisi de babasının desteğiyle
tüccarlık yapmaya kalkar ama beceremez. Ticareti, tüccarları korkunç bulur. Lüzumsuz
Adam kitabında ki Ben Ne Yapayım?
öyküsünde anlatır ticaret denemesini. Ailesinin varlığına rağmen düz, sade
insanlarla daha rahat eder, onların içtenliğinde huzur arar. Öykülerinde
çoğunlukla bu insanlardan bahseder. Onlarla yaşamayı tercih eder ama tam olarak
onlar gibi de olamaz. Hep bir öğrencidir onların dünyasında. Son Kuşlar
kitabında ki Balıkçısını Bulan Olta öyküsünde
köprü üstüne balık tutmaya gittiğinde balık tutamaz, oltasını daha becerikli,
tanımadığını birine bırakır ve yazmaya döner.
Belki de yazar olmanın bir
cilvesidir bu. Yazar hep biraz yalnızdır; gözlemleyen, görünürün altını arayan,
kimsenin duymak istemediği seslere kulak veren, sessizliğe ses verendir. Ya da
tam tersi, belki de böyle olduğu için yazar olur insan. Hep bir anlama, anlatma
gayreti içinde dökülür satırlar kalemin ucundan. Alemdağ’da Var Bir Yılan
kitabında ki Hişt Hişt!.. öyküsünde “Nereden
gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten.
Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena.
Geldikten sonra yaşasın, çiçekler, böcekler, insanoğulları… “ paragrafında çok
sade ama derin anlatır bu yalnızlığı.
Bir meslek, bir para kazanma olarak yapmaz yazarlığı.
Hayatla başa çıkmanın yoludur sadece yazmak. Neredeyse bir şaşkınlık bile
duyar, insanların onun bu kadar küçük şeyleri yazmasına karşı duyduğu ilgiyi.
Gene Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabında ki Eftalikus
Kahvesi adlı öyküsünde görürüz bu şaşkınlığı. Kendisine hayran genç bir
yazarla karşı karşıya geldiği öyküde genç yazar kendi gençliğini temsil eder. O
genç yazarda yani kendi gençliğinde hayata başlarken ki saflığını, umudunu
yansıtır. Bir öykünün nasıl küçük detaylardan oluştuğunu anlatır genç yazara.
Genç yazarlar için bir ders gibidir bu öykü. Öykünün sonundaki “ İşte
hikâyelerimi şimdilik nasıl yazdığımı merak eden dostum, yarın incir çekirdeği
doldurmayacak mevzudan yazan bir hikâyenin iyi bir hikâyesi olmayacağını
yazacağına göre, bilmem hikâyem oldu mu? Olmadıysa ne yapalım? Bizim hikâye
anlayışımızda böyle efendim.” paragrafında dünyaya bir meydan okuyuş da
gizlidir. O dönem için geçerli olan hiçbir akıma uyum sağlamaz. Edebiyatında da
yalnızdır, hayatında olduğu gibi.
Hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Burgazada, şehre
yakınlığıyla bir yandan hayatın içindeyken, ana karadan kopuk, denizin
ortasında yalnız bir toprak parçasıdır. Aynen kendisi gibi… Sait Faik de yalnızlık
denizinin ortasında bir adadır, hayatın içinde ama hayattan uzak...