24 Mayıs 2013 Cuma

İSTANBUL'UN KENDİSİ KİTAP


Dün İstinye’den deniz otobüsüne binip Kadıköy’e gittim. Yolculuk 40 dakika… Aldım yanıma bir kitap, yol boyunca okurum diye.  İstinye’den sonraki ilk durak Beşiktaş… Bu iki durak arasında kıyın kıyın gidiyor deniz otobüsü. Harika… Kitaba ne gerek? İstanbul’un kendisi kitap… Başladım seyretmeye, Boğaz’ın bu kıyısının bana fısıldadıklarını dinlemeye…

Güneşin suyla oynaştığı bu erken sabah saatlerinde, ilk önce bize eşlik eden bir kuş dikkatimi çekti. Denizden en fazla 2 metre yükseklikte, denize paralel, kanatlarını sonuna kadar gererek açmış bu kuş, sanki bizimle yarışırcasına son hız uçuyordu yanımızdan. Sonunda geçti de… Bu küçücük kuşa doğanın bahşettiği gücü görünce doğanın ne büyük bir mucize olduğunu bir kere daha anladım. Ne kuşuydu diye sormayın. İnanın bilmiyorum ama uçuşundaki zerafet, kararlılık ve hız insanı etkiliyordu. En azından beni…

Kuş bizi geçip gidince dikkatimi kıyıda sıra sıra dizilmiş yalılara, apartmanlara verdim. Kimileri yenilenmiş, kimileri eskimiş o güzelim yalıların arasına serpiştirilmiş çirkin apartmanlar yüreğimi burktu. Bu apartmanların bazıları yapıldıkları tarihlerdeki en modern mimariye uyum sağlayarak dümdüz, ruhsuz birer kütle gibi boy gösteriyordu o tarih kokan, içinde yüzlerce ruhun gezindiği yalıların arasından. Baltalimanı’nda bulunan, muhtemelen sahiplerinin imkansızlığından yenilenememiş koskoca köşk, sırtında koca bir tarih taşımışlığı yansıtırcasına duvarları kararmış, hüzünlü ve tek başına duruyordu Boğaz kıyısında. Üçüncü katın pencerelerine takılmış panjurlar ise garip bir tezat oluşturuyordu kendi kimliği ile.

Bir de Moda’da vardır içini bildiğim büyük bir köşk. Azametli mermer merdivenlerden yukarı çıkarken yüksek tavanlarından aşağı sarkan, bir zamanların atlas perdelerinin eprimişliği insana hüzün verir. İçeride ise yüksek tavanlara işlenmiş o güzelim desenler solgun solgun seyrederler sizi. O devirlerde elde yapılmış gümüş çatal bıçaklarla, güzelim porselen tabaklardaki yemeklerin amerikan servislerinin üzerinde yenmesi ise insanın içini burkan garip bir tezat oluşturur. İlk yapıldığı devirlerde mutfağın bambaşka bir konumda olması nedeniyle daha sonraları köşkün bir köşesine iliştirilmiş, her yerden görünen kablolarla fırın, bulaşık makinası gibi en modern aletlerin içine sıkıştırıldığı küçücük mutfak evin görkemine inat, nerelerden nerelere gelindiğini anlatır sessizce.

Özellikle Büyükdere’de omuz omuza vermiş yalıları gördükçe, bu yalıların içinde yaşananları merak ederim nedense. Nasıl da tarih kokarlar, nasıl da canlıdırlar… Özellikle terk edilmiş, camları bile kırılmış, yıpranmış yalıların hikayelerini merak ederim daha çok. Nasıl bir anlayış , bakış kendilerine aile büyüklerinden kalmış bu güzelim yalıları yalnız bırakır diye… Bir zamanların maddi refah içinde yaşayan ailelerin zaman içinde yok oluşları mıdır onları yalnız bırakan? Yoksa modernlik sevdası mıdır onlara yüz verdirmeyen? Bilinmez…

Çarpık yapılaşmanın bana kendi insanımızın hikayesini anlatmasını dinlerken bir de baktım Kadıköy’e varmışız bile. Elimdeki kitabın kapağını bile açmadan, kitap okumuş hissiyle indim deniz otobüsünden, hikayenin devamını dinlemeyi başka bir sefere bırakarak…

3 yorum:

EA dedi ki...

Yasemin hanım yine bana nazire yaparak ORFOZ “Boğaziçi İçimde”
Boğaziçi Köylerinde Yaşmış ve Yaşayan Diller, Dinler ve Milletlerin Yaşam Kültürü Dergisi için yazacağınız yazılarınızdan birini daha yazmışsınız. Gerçi Boğaziçi anlat anlat bitmez ama kıskandım bak şimdi.

kelebekce dedi ki...

İlk okula başladığımız yıllarda öğrettiler tüm dünyadaki varlıklar ikiye ayrılır canlı varlıklar ,cansız varlıklar .canlı varlıklar doğar büyür kendine benzer bir varlık bırakır ölürler. Demedilerki cansız varlıklara canlılar şekil verirler kendileriyle beraber onlarada ruh katarlar. Cansızlara (Ev,mobilya.vs.vs.)ruhlarını verenler ölünce onlarda boynu bükük bir kenarda kalırlar ve kaderlerini beklerler. Birileri gelip ya yeniden bakıma alıp yaşayacak yada ;eski bunlar denilip hoyratça yok edilecekler. :(((

panmarmaris dedi ki...

Yasemin Hanımcığım,
Konu, ikimizin de aynı fikirde olduğu İstanbul'u sevmek olunca,Boğaz dışında akan bütün sular duruyor. Derin gözlemleriniz, sadece iç dünyanızı araştırmıyor gördüğüm kadarı ile. Durun,İnecek Var dedikten sonra, kendinizi bıraktığınız yer çok güzel. Sevgiyle ve ilgiyle takip etmekteyim.
İyi yolculuklar dilerim. Paylaşım için teşekkür ederim.
Sevil Bayer