31 Mart 2013 Pazar

AŞK MEYDAN MUHAREBESİ


Evlilik ömrü uzatıyormuş… Öyle diyor uzmanlar. E doğrudur. Meydan muharebesindeki güç savaşı yıllar önce, gençken yapılmış, roller belirlenmiş, düzen oturmuş yaşayıp gidiyorlar tabii. Her ne kadar yılların monotonluğu oturmuşsa da yüzlerine, büyümüş çocuklar, torunlar, yeni hobiler, seyahatler vs ile heyecan katıyorlar hayatlarına. Gençken yapmak isteyip de yapamadıklarını yapma zamanı yatıyor önlerinde boylu boyunca. Kalpler, ruhlar yorgun olmayınca ellili yaşların henüz yaşlanmamış enerjisi ile yeni renkler katabiliyorlar hayatlarına…

Diğer bir yanda ise gene ellilerine arkalarında bir veya birkaç evlilik, beraberlik, aşk bırakarak gelmiş olanlar var. Ruhları yorgun, kalpleri kırık… Ancak hayatlarının bu son deminde deyim yerindeyse hala mihrap yerindeyken ömürlerini yalnız noktalamamak adına canhıraş yeni bir aşk veya mantık çerçevesinde dahi olsa bir ilişki arayan bir güruh var. Uzun yıllardır evli olmanın verdiği rahatlıkla kendini biraz bırakmış olanların aksine kendine son derece iyi bakan, genç giyinen, genç davranan, insanlar bunlar. Ruhlarının tüm yorgunluğuna rağmen…

Kadın erkek ayırmadan, bila istisna bu yaş grubunda yalnız olanların gönlünde yatan, ömrünün geri kalanını geçmişteki yaralarını sararak, aşkın doruklarında gezerek paylaşabileceği bir yol arkadaşıdır. Seneler içinde özellikle gençlik çağlarımızda zannedildiği gibi aşkın dipdibe yaşamak olmadığı, herkesin kendine ait bir alanı olması gerektiği, ilişkilerde asla ve asla kendi kişiliğinden ödün vermemelisin vb derslerinde bilincinde kendini son derece yontulmuş olarak olgun bir ilişkiye hazır hissederek yola çıkarlar. Son derece kanlı bir meydan muharebesine doğru gittiklerinin farkında olmadan… Her iki tarafta yıllar içinde koyunlarında bir sevgili gibi uzanmış “ alışkanlık “ kalkanlarını da takarak karşı karşıya gelirler aşk ovasında…

Başlarda her iki tarafta fethedilecek toprağı aslında fazlada istemiyormuş gibi hercai bir tavır takınır. Erkek erkekliğini yine ve yeniden kendine ispat etmek için istiyordur o toprağı.  Fethetse bile daha önce fethettikleri gibi verimsiz ve çorak olduktan sonra çok da bir anlamı yoktur aslında. Ama avcı ruhu onu dürtükler. Bir zafer daha, bir zafer daha… Kadın ise isteğini fazla belli ederek karşı tarafın kendisinin ne kadar azılı bir düşman olduğunu fark etmesini istemez. İster ki karşı taraf onu hafife alsın ve tüm gücünü kullanmasın…

Böyle böyle başlar savaş… Erkek karşısındaki düşmanı avucunun içine almış hissi ile savunma duvarlarını indirir yavaş yavaş… Kolay bir avdır nasıl olsa. Yeni bir av partisine kadar oyalanacak, günü geldiğinde ise tek bir hamle ile hesabı dürülecek. Kadın ise ince ince nakış işler gibi sabırla kaleyi içten fethetmenin yollarını arar. Başta bu güne kadar karşılaştığı en verimli toprakmışcasına ona sahip olmak için karşı tarafın hamlelerine göz yumar. Kalenin içine girmek için esir düşmek gerekiyorsa onu bile göze alır. Açık meydanda göğüs göğüse bir savaş yerine içeriden sinsice bir savaş stratejisi izler. Genellikle de kazanır. Düşmanını esir almış erkek komutanın keyfi yerindedir.

Kendine eğlence olsun diye esir aldığı bu kadın komutan zamanla esas hamlelerini yapmaya başlayıp erkeği kendi toprağında esir düşürme çabasına girer. İşte esas savaş bu noktada başlar. Erkek komutanda kadın komutanda kanlarının son damlasına kadar kendi özerkliklerinden bir gram vermemek adına karşı karşıya gelirler bir kez daha. Seneler içinde birikmiş tüm acı, öfke, nefret, hayal kırıklığı, beklenti yüklü cephanelerini savururlar birbirlerine. Göz gözü görmez kıyasıya bir savaştır bu.  Kimsenin aklına bu sonuçsuz savaş yerine her iki tarafında beraberce yaşayabileceği bir barış anlaşması imzalamak gelmez nedense…

Hırslarına, beklentilerine, geçmişine yenilenler son atımlık kurşunlarına kadar harcayıp gene yenik, gene bitik, gene yorgun terk ederler savaş meydanını. Oysa geçmiş muharebelereden akıllanmış çıkabilseler  komutanlar,  tüm güçlerini bu anlamsız savaşta harcamak yerine iki eşit gücün birleşip daha  güçlü barış içinde bir ülke yaratmak adına barış anlaşmasının şartlarını düşünmeye başlarlar. Her iki tarafında isteklerini, özlemlerini, kişiliklerini göz önüne alarak… Ama heyhat! Yaralanmış ruhlarının ince sızısını duymamak için güç ve iktidar hırsı kaplı zırhlarını giydirmişlerdir bir kere yüreklerine. İki tarafta yenik dönerler kendi topraklarına, gene umutsuz, gene bezgin…

Hiç yorum yok: