Kapıdan içeriye girdiğinde kendisini karşılayan kesif alkol
kokusuna hiç şaşırmadı kadın. Bir haftalığına başka şehirde yaşayan kızını
ziyarete giderken evde kalan kocasının, onun yokluğundan istifade ederek,
alkolün sınırlarını zorlayacağını biliyordu. Zaten akşamcıydı kocası. Kendisi
onu uyarıp durdurmasa, hiç durmadan içebilirdi. Alkolikliğin sınırında
geziyordu. Evlendiklerinde sadece sosyal içici olan kocasının nasıl olup da
otuz senelik evlilikleri içinde bu raddeye geldiğini kendi de bilmiyordu. Olmuştu
işte. Ne yapsa etse onu durduramamış, seneler içinde kocasının hem sağlık, hem
mesleki, hem insani olarak aşağıya inişini içi üzülerek seyretmişti.
Ev boştu. Muhtemelen kadının kavga çıkaracağından
korktuğundan, o gün geleceğini bilmesine rağmen, evden çekip gitmişti adam. Portmantoya
paltosunu asarken salonun bütün pencerelerinin açık olduğunu fark etti kadın.
Salon darmadağınık, açık pencerelerden içeri giren kuşların pislikleri ile
doluydu. En üst katta oturdukları için kuşlar girerdi hep açık pencerelerden.
Kaç kere tel taktırmayı düşünmüş ama bir şekilde ertelenmişti bu düşünce hep.
Koltukların üzerine serilmiş battaniyeleri görünce kendi kendine güldü kadın.
Evin her tarafını batırmış olan kocası, incelik yapıp koltuklar kirlenmesin
diye battaniye sermişti üzerlerine. İlahi adam… “ Bir an önce soyunup, evi
temizlemeye girişmek lazım “ diye düşündü.
Bu düşünceyle yatak odasına gittiğinde yapılmamış bir
yatakla karşılaştı. Gayriihtiyari hemen yatağı yapmak için yatağa yöneldi.
Çarşafın ortasındaki, kenarındaki lekeler, onun yokluğunda, bu yatakta, ateşli
geceler yaşandığının belirtisiydi. Lekelere baktı kaldı kadın. Ancak birkaç saniye
sonra kan beynine sıçrayıp öfke ile kırgınlık arasında “ bunu bana nasıl yapabildi? Benim yatağıma,
bizim yatağımıza nasıl başka bir kadın sokabildi?” düşünceleri delip geçti
yüreğini. Her şeyi olduğu gibi bırakıp, delirmiş şekilde evin her tarafını
dolaşmaya başladı. Oturma odasında çöpe atılmamış, boş bira şişeleri buldu.
Salonda bulunan içki dolabını açtığında ise içinde bulunan içki şişelerinin
hepsinin boşaldığını gördü. Hatta kocası bulmasın diye evin orasına burasına
sakladığı içkiler bile bulunup içilmişti. Ev talan edilmiş gibiydi. Mutfak
kirli tabak ve bardaklarla doluydu. Daha önceleri de kocasını bırakıp kızına gitmişliği
vardı ama hiçbir zaman evi bu halde bulmamıştı. Hele hele başka bir kadının
varlığını hiç hissetmemişti. Ne yapıyorsa dışarıda yapıyordu. Alaycı bir
şekilde “bu kadar içkiden sonra bir şey yapacak hali kalıyorsa tabii” diye
geçti aklından.
Severek evlenmemişti kocasıyla. O zamanlar vardı bir sevdalısı.
Ancak o delikanlıyı babasının gözü tutmamış, vermemişlerdi ona. Oğlanın ailesi
de kızı vermeyince baba, biz de istemeyiz bu kızı demişlerdi. Kadın çok
üzülmüş, aylarca surat asmış ama sevgilisi de kolay vazgeçmişti bu işten.
Halbuki o, onun daha ısrarcı olmasını beklemiş, her iki aileyi de karşılarına
alarak evlenebileceklerini düşünmüştü o zamanlar. Belki de fazla film
seyrediyordu. Kadın her şeye rağmen sevgisinden vazgeçmemiş, zaman içinde
ailelerin yumuşayacağını ummuştu. Ailelerde yumuşama olmayınca oğlan da” bu iş
olmayacak” diye bırakmıştı kendisini. Bir süre sonra da oğlanın evlendiği
haberi gelmişti çevreden. Sevdalısının evlilik haberini aldığı gün, içinden
hayata dair beslediği güzel umutlar çalınmış, umutlarını sevgisi ile beraber
gömmüştü yüreğine. O dönem çalıştığı iş yerinin müşterilerinden olan, boşanmış,
çocuklu adamla evleneceğim diye tutturmuştu ailesine. Babanın gözü bu damat
adayını da tutmamıştı ama geçen sefer kızını ne kadar mutsuz ettiğini düşünüp
çok da fazla ısrar etmemişti itirazında. Niye onu seçtiğini hatırlamıyordu
bile. Sevdalısının evlilik haberinden sonra karşısına çıkan, onunla evlenmek
isteyen ilk erkek olmasından mı yoksa o tarihlerde bayağı yakışıklı olan
kocasının büyüsüne kapıldığından mıydı bilemiyordu artık.
Başlarda normal giden evliliklerine kısa süre sonra bir de
dünya tatlısı kızları eklenmişti. Kadın halinden memnun, annesinin desteği ile
kızını büyütüyor, işine gidip geliyordu. İşinde başarılıydı. Terfi üstüne terfi
alıyordu. İyi para kazanmaya başlamıştı. Evi, işi arasında gidip geliyor,
kocası ve kızıyla mutlu yaşıyordu. Ta ki kocasının içki içmeleri başlayıncaya
kadar… Koca, seneler geçtikçe içkinin dozunu arttırmış, artık her ortamda
kadını küçük düşürücü hareketler yapmaya başlamıştı. Kadın, yetişme tarzından,
bütün bunlara hep katlanmış, boşanmayı bir gün aklının ucuna getirmemişti.
Kocasının işleri de kötü gitmeye başlamış, evin maddi yükünü de kadın
üstlenmişti. Hayatta ki tek amacı kızını iyi yetiştirmek, okutmak ve hayırlısı
ile evlendirmekti. Zaman içinde bütün bunları başarmış, kızı üniversiteden
mezun olmuş ve okuldan bir arkadaşı ile aşk evliliği yapmıştı. Şimdi de hamileydi
kızı, torunda yoldaydı. Tek üzüntüsü kızının dizinin dibinde olmayışıydı. Kızı
evden gittikten sonra kocasıyla baş başa kalan kadına kocasının içkisi daha da
batmaya başlamıştı ama yapacak bir şey yoktu. Böyle gelmiş, böyle gidecekti.
Ona da hayattan düşen pay bu kadardı işte.
Aşk olmadan yaşamın boşluğunu anlamıştı anlamasına ama çok
geçti her şey için. Evlenemediği sevdalısını hep yüreğinin içinde tutmuş, ara
ara kendini onunla evlenseydi nasıl bir hayatı olur’u düşünürken bulurdu.
İçindeki sevgiyi kızına yöneltmiş, onunla mutlu olmuştu. Kocasına da belki aşık
olmamıştı ama senelerce beraber yaşamanın getirdiği bir sevgiyle sevmişti. Aile
birliğinin gerekliliğine tutunmuş, sevgiyi, aşkı, heyecanı bu birlikte yaşamaya
çalışmıştı. Tatminkar değildi ama yetiniyordu. Fazlasını isteme gibi bir lüksü
yoktu.
Yığılıp kaldığı koltukta bunları düşünürken, gene bir öfke
dalgasına kapıldı. Bir hışımla, evi darmadağın
etmesine rağmen, ironik bir şekilde kocasının koltuklara örttüğü
battaniyeleri kaldırmaya girişti. Battaniyeleri kaldırınca dondu kaldı.
Koltuklar delik deşikti. İçi ürperdi. Koltuklara saplanan her bir bıçak
darbesini bedeninde hissetti. Kocası sanki bıçağı ona saplamak istercesine
koltuk yüzlerini paramparça etmişti. Aklına, kızına gitmeden önce bir akşam
beraber televizyon seyrederken kocasını ona bakarken yakaladığı an geldi. Katil
gibiydi gözleri. Öyle düşünmüştü o an. O zamanda şu an ki gibi ürpermişti.
Kocası onu öldürmek istiyor olabilir miydi? Bu kadar nefret edebilir miydi?
Kendisi kadar kocasını da sevgisiz bir hayata hapsetmişti. Görevlerini eksiksiz
hatta fazlasıyla yerine getirmişti ama sevgi vermemiş miydi? Kendince verdiğini
düşünüyordu ama ne kadar içtendi? Orası tartışılır konu. Hoş kocasının da ona
pek sevgi verdiği söylenemezdi. Özellikle son zamanlarda kendisini faizsiz
kredi veren bir banka gibi gördüğü kesindi. Hatta bu oturdukları evi bile kadın
almıştı.
Korktu. Hemen evi terkedip annesine gitti. O gece annesinde
kaldı. Kocası onu arayıp sormadı, o da kocasını arayıp sormadı. Ertesi gün, bu
sefer annesiyle eve geldi. Dün gece eve gelinmemişti, bu belliydi. Bir an içi rahatladıysa
da, kocasının dün gece nerede kaldığını, niye eve gelmediğini de merak etti.
Biraz sonra eve haftada bir gelen yardımcı hanımda geldi. Üç koldan evi
temizlemeye giriştiler. Çarşaflar çöpe atıldı, kuş pislikleri temizlendi. Her
yer çamaşır suyuyla ovalanıp silindi. Mutfak dolaplarından başlayarak her
tabak, her bardak, her çatal baştan yıkandı. Kadının içine bir türlü
sinmiyordu. Aynı yeri bir daha bir daha siliyor, ancak ne kadar silerse silsin
evdeki pisliğin gitmediğine inanıyordu. Salondaki büfeyi de boşaltmaya koyuldu.
Annesi “ kızım onlara gerek yok, bak onları ellememiş” demesine rağmen, içinde
kopan fırtınayı dindirmek için eline geçen her şeye saldırıyordu. Büfedeki
tabakların arasından ucu görünen kağıt gibi bir şey gördü. Peçete diye düşündü.
Hiç koymazdı tabak arasına peçete ama herhalde kadın koymuştu. Peçeteyi
çekerken içinden de kadına söyleniyordu
bir yandan. Eline gelen peçete değil, dörde katlanmış bir kağıttı. Kağıdı açıp
baktığında gözlerine inanamadı. Kağıtta “ Başıma bir şey gelirse bundan sayın
eşim …….. sorumludur. Bunu bilincim yerinde yazıyorum.” yazıyordu. Altına da
imzasını atmıştı. Evlenirken onları birbirine bağlayan imza, bu kağıdın altında
ölüm fermanı gibiydi.
Hemen çilingiri aradı. Kilidi değiştirtti. Kapıcıyı çağırıp
yatağın şiltesini attırdı. Evdeki tüm bulunan çarşafları da yardımcı hanıma verdi.
Kocasının dolabındaki tüm eşyalarını bavul, çanta ne varsa bulduğu her şeye
tıkarak kapının önüne koydu. Annesine “yarın koltuklara yeni kumaş bakmaya
gidiyoruz, ona göre “ dedi. Bütün işlerini bitirdikten sonra avukat arkadaşını
aradı. “ Ben boşanmaya karar verdim. Bana dava dilekçesi yaz “ dedi. Bütün
bunları yaparken çok sakindi. Yıllardır arayıp bulamadığı huzur, altmış yaşında
gelip onu bulmuştu.
Annesini de alarak yeni anahtarları ile kapıyı kilitleyip,
evden çıktı. Dışarıda güneş parlıyordu.