1 Şubat 2013 Cuma

GÖZDEN UZAK GÖNÜLDEN IRAK


Gözden uzak gönülden ırak “demiş atalarımız. Demişler demesine de neden demişler, nasıl demişler muamma. Gözden uzak olan gönülden ırak olsa anneannelerimiz, babaannelerimiz cepheye veya çalışmaya gönderdikleri aslan gibi yarenlerini paşalar gibi bekleyebilirler miydi? İçleri yana yana cepheden gelecek ucu yanık mektupların yoluna hasret… Kimi zamanda gele gele ölüm haberi gelirdi özlemlerine inat, ömür boyu onları doyasıya bir sevişmeye hasrete kurban ederek…

Rahmetli anneannem anlatırdı. Bir gün atın üstünde, yağız mı yağız, yakışıklı mı yakışıklı, haşmetli, filinta gibi bir subay gelivermiş kasabalarına. Kasabanın kızlarının hepsi ona hayran ama o bir tek anneanneme bakmış dediğine göre. Sonra bakkalın çırağını ulak bulmuşlar kendilerine. Arada nağmeler yollarmış bu filinta subay. Hatta bir keresinde ahırda gizli gizli buluşmuşlar bile. Ağa kızı olan anneannem zengin esnaf oğluna söz verilmiş ama bizimkinin gözü filinta subaydan başkasını görmüyor. Subayda okumuş etmiş ama zengin değil. Vermiyorlar ona yani. Sen misin vermeyen? Kaçırmış dedem anneannemi. Anneannemin yaşı küçük… Acilen evlenmeleri lazım. Anneannem ise süslü … “ Yeni esvap almadan katiyen olmaz, üstümdekilerle evlenemem “ diye kıyameti koparıyor. Hemen çarşıya inilip lila rengi bir elbise alınıyor da nikah kıyılıyor en nihayet. Sonraları rahmeti büyükannenin en sevdiği damat oluyor, o ayrı.

Rahmetli dedem anlatıyor. Gönlü öyle yanık ki bu ağa kızına ondan bir kerecik buse almanın uğruna bu süslü, alımlı kızın konağına, yakalanırsa ordudan atılmayı göze alarak, gizlice giriyor bir gece. Hangisi onun odası bilmediğinden en süslü terlik hangi odanın önündeyse ona dalıveriyor. Başına kadar yorgan çekilmiş hatuna gece karanlığında dikkat etmeden minicik bir buse konduruveriyor yanağına. Yanağına konmuş buseden huylanan hatun dönüyor yüzünü. Dedem bir de ne görsün, yaşlı maşlı bir kadın bu öptüğü. Korkusundan topukları yağlıyor telaşla. “Ne bileyim kızım, öyle süslüydü ki, en süslü onun terliğin olacağı düşünmüştüm ama ailede varmış süs merakı “ diyor anlatırken gülerek.

Rahmetli anneannemin anlattığı bu haşmetli, filinta gibi olan dedem anneannemden olsa olsa 3-4 santim uzundu aslında. Anneannem onu gönül gözüyle öyle gördü hayatı boyunca. Anılarını anlatırken de gözlerinde dedemi ilk gördüğü an ki ışıltı hiç gitmedi. Elli seneyi aşan evliliklerinde dedem anneannemi hep “ keklik “ diye çağırır, anneannemde “Ahmet”ini pek severdi. Bir Ocak sonunda illet hastalığın pençesinde bu dünyaya veda edince Ahmet’i, kekliği de dayanamadı aynı senenin Eylül’ünde göçüverdi bu dünyadan.

Böyle sevdalar yaşanırdı eskilerde. Gözden uzak olan gönülden ırak olmaz, bilakis daha da yakına gelirdi yüreğin sahibi. Atalarımız bu günleri öngördü de bu sözü söylediler herhalde. Günümüzde değil cepheye yollayıp aylarca hatta senelerce görmeden geçirmek, daha köşeyi döner dönmez ırak oluveriyor gönüller. Eskiden var olmayan her türlü iletişim araçlarının varlığına rağmen sadece sözlere dökülmüş, kelimelerin içine aceleyle sıkıştırılmış bir duygu olarak yer buluyor hayatlarımızda. Aleni öpüşmelerin, doyasıya sevişmelerin arasından, kendine yer bulamayan aşk usulca süzülüveriyor. Geriye, ölünün arkasından ölü yakınının eline tutuşturulan üç parça eşya gibi, sadece diş fırçası ve alınmış bazı hediyeler kalıyor. Anılar o kadar hissedilmeden yaşanmış ki, torbada yer almıyorlar bile. Aşk ise hiç yakını olmayan mevta gibi yalnız başına, yeri belirsiz bir mezarlığa gömülüyor sessizce…

01.02.2013 

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Yazınızı okumayı bitirip kendime geldiğimde, gülümsüyor olduğumu hissettim, harikaydı Yasemin hanım :)

Yasemin Pforr dedi ki...

teşekkürler Mehmet Bey... umarım bizlerin de ileride torunlarımıza anlatabileceğimiz böyle hoş anıları olabilir...