Gece 1’e
geliyordu haberi duyduğumda. Arkadaş
sohbetiyle geçmiş keyifli bir gecenin sonunda, yatmadan evvel “e, neler
konuşulmuş bizim grupta? “ diye bakarken, bir arkadaşımızın keyifle akan sohbetin
arasına birden bırakıverdiği cümleyle tıpkı Atatürk Havalimanı patlamasını
Almanya’da gene keyifle yaptığımız Frankfurt gezmesinden yorgun eve
döndüğümüzde yorgunluktan mayışmış koltukta otururken, internette bir şey
ararken son dakika haberi olarak önüme düşüverdiği ya da geçen yaz Özgürlük
grubuna yapılan saldırıyı Ula’da ağaçların altında, önümde uzanan yeşilliğe,
ardındaki dağlara, neşeyle öten horozlardan, kuşlardan aldığım hazla çektiğim
bir iki fotoğrafı arkadaşlarla paylaşırken birden okuyuverdiğim, bir diğer
Ankara patlamasını bir doğum günü yemeğinde duyuverdiğim gibi.
Her bir
saldırı, patlama, onlarca masum insanın hayatın içinde normal akışlarında
işlerinden, okullarından, gezmelerinden dönerken ölüvermeleri, ruhlarına
kazınan yaralarla yaralanmaları insanı sarsıyor, haberi almadan evvel alınan
keyiften suçluluk hissettiriyor. Bütün keyif, yarına dair hayaller, umutlar
sigara dumanı gibi havaya uçup dağılıyor, yerini karabasan gibi bir umutsuzluk,
korku, endişe kaplıyor. Bir süre bu psikolojiyle yaşanıyor sonra insanın
içindeki yaşama arzusunun bir tezahürü olarak yeniden normal hayata dönülüyor.
Ancak görünen o ki, bu terör örgütü sıklıkla yaptığı saldırılarla insanları normal hayata
döndürmemeye azimli. İnsanların içine dehşet, korku, endişe tohumları ekerek
herkesi bir teyakkuz halinde tutmaya niyetli.
Bu
topraklarda yaşan bizler, maalesef, çift taraflı bir terör tehlikesi altında
yaşadığımız gibi, ülke yönetiminin neredeyse hemen her gün çıkardığı yeni bir
iç karartıcı kararla her taraftan kötülükle, vicdansızlıkla, acımasızlıkla
sarılı haldeyiz. Ortaçağ distopyası içinde yaşarken aldığımız, alabildiğimiz
iki gram nefeslerle ayakta durmaya çalışıyoruz. Gülmelerimiz endişe,
kahkahalarımız suçluluk dolu. Ah! Herta
Müller seni ne çok anıyorum bir bilsen. Her böyle suçluluk dolu bir kahkaha
attığımda romanında “münasebetsiz mutluluk anları” deyişin geliyor aklıma.
Ne zaman
bitecek bu? Ne zaman yeter diyecekler? Kaç masum insanın ölümü onları tatmin
edecek? Ne olursa hedeflerine ulaşmış
olacaklar? Dünyaya savaş açmışlar, neye güveniyorlar? Hem Hıristiyanları, hem
yoldan çıkmış Sünni olmayan Müslümanları, Yahudileri dize getirip tüm dünyayı korkuyla,
baskıyla Müslüman yapacaklarmış. Korkudan kabul edilmiş bir dinden ne anladım
ben? Gerçekten hissederek, inanarak kabul edilmemiş bir dini inançtan kime ne
fayda gelir? Bunların arkasındaki gerçek oyun ne? Nato, Birleşmiş Milletlerin
elinde bunlarla savaşacak kadar yeterli güç yok mu ki adım atılmıyor? Bunların
elinde bu kadar silah, patlayıcı, finansal güç olması ilginç değil mi? Her
kimin elindeyse kuklaların ipleri bu kadar vicdansız, acımasız mı? Nedir bu güç
merakı? Trump, Johnson gibi kişilerin prim yapması, yükselen ırkçı değerler
dünyanın geleceğini daha karanlık günlere hazırlamıyor mu? Bu gözü dönmüş örgüt nasıl bu kadar yandaş toplayabiliyor? Müslüman kökenli olsun olmasın neden bir çok genç erkek-kız bu örgüte katılıyor? Hangi değerlerin, duyguların üzerine oynanıyor bu oyun?Gerçekten artık bir
şey anlamıyorum, bilmiyorum. Uykusuz geçmiş bir gecenin ardından, yüreğime
binmiş ağırlıkla yazıyorum.
Yalnız
bu kadar art arda gelen terör olayının insanda yarattığı ters bir etki oluşmaya
başladı. Eskiden bu tür bir olayda günlerce üzülürken artık yarının ne
getireceğini bilemediğinden insanlar, bu olayların üstünden daha çabuk geçiyor
ve kaderci bir yaklaşımla, önlerinde ne kadar zaman kaldıysa nefes alacak, en
iyi şekilde yaşamaya çalışıyorlar. Örneğin ben, eskiden terör saldırısı uyarısı
yapıldığında kızıma aman metroya binme, kalabalık yerlere girme uyarısı
yaparken, bugün Kadıköy’de arkadaşımla buluşacağım diyen kızıma bir şey
diyemiyorum, demiyorum. Yemeler, içmeler, gezmeler, almalar, satmalar azalmıyor
bilakis ne kadar yaşayacağım belli mi duygusuyla artıyor gibi bir his
içindeyim. Oysa ki, son yıllarda dünyada uzun yıllar karşılığını bulmuş tüketim
çılgınlığı azalmaya başlamış, kişisel gelişim, yoga, meditasyon vs gibi
ögelerle insanlar kapitalizmin oyunlarından uzaklaşıp kendi içlerine dönmeye
başlamıştı. Doğal akışında bırakılsaydı zaman içinde dengeye oturabilecek gibi
duruyordu her şey. Kapitalist düzenin aktörlerine iyi gelmedi galiba bu hal.
Bugün
sokakta işlerim var. Yarın çıkacağım tatilin son hazırlıklarını yapmam lazım. Yazmakta
olduğum öykünün taslağını unutmamam, okumak üzere yanıma alacağım kitapları
belirlemem, kedilerimin aşılarını yaptırmam, ödenmemiş faturalarımı ödemem gerek. Yüreğime binmiş tonlarca ağırlığa rağmen bunları yapmalıyım.Münasebetsiz mutluluk anlarıma yenilerini ekleyerek bu çivisi çıkmış dünyada var olmaya, üretmeye, sevginin, iyiliğin, paylaşmanın varlığına inanmayı sürdürmeliyim. Ne de olsa
hayat devam ediyor. Etmeli de…