22 Nisan 2015 Çarşamba

TEMBELİZ...

Tembeliz. Milletçe tembeliz. Genlerimizde mi var bu? Konuşmaya gelince mangalda kül bırakmıyoruz ama iş harekete geldi mi bir türlü kalkınamıyoruz. Hep armut piş, ağzıma düş durumları. Bu her konuda böyle. Bu ister siyaset olsun, ister kadın, çocuk, hayvan vs. hakları olsun, ister kitap olsun değişmiyor. Kısa yoldan, derinine inmeden öğreniveriyoruz hemen. Bu da bize yetiyor. Eskiden bu kadarını bile bilmiyorduk. Daha ne?!

Bütün demek istediğimizi 140 karaktere sığdırma zorunluluğu olan Twitter veya ondan bundan hop paylaşarak duvarımızı canlı tutabildiğimiz Facebook çıktığından beri iyice kolaylaştı işimiz. Zaten okumayı sevmezdik, şimdi hiç okumuyoruz. Alıntı yapılarak paylaşılan köşe yazılarının alıntılanmış kısmını okuyup linkini veya HAYTAP’ın bir cümleyle resimlediği bir sokak köpeği resmini beğenip paylaşıveriyoruz, olup bitiyor. Her konuda bilgili ve duyarlı görünüyoruz. Harika!

Facebook’ta yayınladığım blog yazılarımın ne içerdiği konusunda bilgi vermek amacıyla ben de yazıdan alıntı koyuyordum. Hani ilgisini çeken okusun diye. Bir ara alıntısız link verdim. Baktım bir şey fark etmiyor. Beğenen sayısı aynı. Yorum hemen hemen hiç yok. Okuyan sayısı ise beğenen sayısından az… Ayıp olmasın diye beğen tuşuna tıklayıveriyor bir kısım. Artık çözdüm kim gerçekten okuyor, kim okumuyor. Onun için, okumazsanız ayıp olmuyor arkadaşlar, okumadan beğenirseniz ayıp oluyor asıl.

Bu yorum yapma konusu apayrı. O konuda da tembeliz. Linkedin’de çoğunluğunu Amerikan yazar ve editörlerin oluşturduğu bir gruba üyeyim. Bir tartışma konusu açıldığında ki, sürekli yeni bir konu açılıyor, altında en az yirmi-otuz yorum oluyor. Öyle kısacık da değil. Uzun uzun anlatıyor kendini. Aynı şekilde bir Türk yazarlar grubuna da üyeyim. Kimse konuşmuyor, tartışma açmıyor. Biri es kaza açarsa da altında belki bir en fazla iki yorum oluyor. Çoğu yorumsuz akıp gidiyor. Bu insanların vakti bizden daha mı fazla? Yoksa öncelik verdikleri konular mı başka?

Kitaplara gelince, sosyal medyada bu resim üzeri aforizma modası çıktığından beri çok bilgilendik. Eserlerini asla okumadığımız yazarları biliyoruz artık çoğumuz. Bir pazarlama taktiği olarak paylaşılan bu aforizmalar satışa ne kadar destek veriyor merak ediyorum. Facebook’ta açtığım, edebiyat ağırlıklı sayfamda gözlemlediğim, aforizma paylaşırsam beğenen çok, bir yazarla söyleşi ya da bir kitap hakkında bilgi veren bir link paylaşırsam okuyan yok. Benim sayfamın edebiyat ağırlıklı olduğu belli. Edebiyata meraklı değilse neden üye oluyolar, anlamış değilim. Arkadaşlar destek amaçlı üye oluyor, onu anlıyorum da, hiç tanımadığım bir sürü üye var. Ne okurlar, ne yorum yaparlar, ne de bir şey beğenirler. Öyle duruyorlar orada, dekor gibi…

Hele hele konu siyaset oldu mu bayılıyoruz verip veriştirmeye. Facebook sayfalarında gezinirken insan yarın ihtilal olacak sanır! Bu kadar verip veriştirmenin üstüne kaçımız oy sandıklarında oylara sahip çıkmak için gönüllü olduk merak ediyorum. İş artık yasaklanan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bayrağı ele alıp sokaklara dökülmeyi geçti. Hoş, onu bile yapanlar az. Her sene biraz daha arttığını kabul ediyorum. Eh! Bu da bir adım.

Yanlış anlaşılmasın, bu yazıyı yazdığım için kendimi ayrı görmüyorum eleştirdiklerimden. Ben de bu gruptaydım bir süre evveline kadar. Ancak hiçbir zaman sosyal ortamlarda okumadığım bir şeyi beğenmedim veya paylaşmadım. En azından bu konuda dürüstüm. Siyaset konusundaysa geride kaldığımı, sadece konuşarak veya yazarak yeterli direnişte bulunmadığımın farkına vararak, daha çok okuyarak, bu konuda daha bilgili arkadaşlarımı dinleyerek, seçimde gönüllü olarak bu konuda kendimi geliştirmeye başladım.

Arkadaşlarım, kitabımı okuyanlar ve beni sosyal medyada takip edenler bilir; beş sene evvel hayatımı tamamen değiştirip yeni bir yola saptıktan sonra bilgi edinmenin hazzını keşfettim. Üç yıl evvel bir dostum Uçurtma Avcısı’nı okuyup okumadığımı sorduğunda okuduğumu söyledikten sonra kitapta geçen Peştun ve Hazara’lar hakkında bilgim olup olmadığını sormuştu. Olumlu yanıt verememenin utancını hissetmiş, eve gelir gelmez araştırıp okumuştum. O günden beridir de her bilmediğimi araştırıp öğrenmeyi kendime düstur edindim. Araştırmacı ruhu olanların bildiği gibi her edinilen bilgi yeni bilinmezlere yol açtığından, bir ucundan başladığınızda daha derin daha derin derken dipsiz bir kuyunun başında bulursunuz kendinizi. Bu kuyunun içinde gezinmek, bilgi dağarcığınızı yeni bilgilerle doldurmak, her edinilen yeni bilgiyle araştırılan konu hakkında daha fazla bir iç görü edinmek inanılmaz bir keyif.

Eğitim sistemimizin ezbercilik üstüne olduğunu düşünürsek çok araştırmacı bir toplum olmamamız normal. Kızımın okulunda sürekli verilen, araştırma isteyen proje ödevlerinin çokluğundan şikâyet eden velileri duydukça şaşırıyorum. Kime çektiyse artık, doğuştan araştırmacı ruhu olan kızımınsa en sevdiği, en detaylı yaptığı ödevler bu projeler. Bizim evde hiç sorun olmayan bu projeler birçok öğrencinin evinde sorun. Kendileri de, çocukluklarında ezberci bir eğitimden geçtikleri için olsa gerek, bu saatlerce internette araştırma gerektiren, kartonlara bilgiler aktarılırken konuyu desteklemek amaçlı yapıştırılan resimlerin bulunması için sayısız dergi karıştırılmasını, ister istemez yoğun bir zaman ve emek harcanan bu ödevleri anlamsız buluyorlar. Daha da kötüsü, çocuk yapmadığı için kendilerinin yapmak zorunda kaldıklarını sıkıntıyla ifade ediyorlar. Böyle bir ortamda yetişen bir çocuktan ne bekleriz gelecekte?

Böyle kolaycılıkla bir yere varılmıyor maalesef. Hepimiz, geçmiş deneyimlerimizden bunu içten içe biliyoruz aslında. Ruhumuza işlemiş tembellikten kurtulabilsek hem daha çok şey başaracağız hem de hayattan daha keyif alacağız. Bence öyle, siz ne düşünürsünüz bilemiyorum.




1 yorum:

Ayça dedi ki...

:D şimdi ben de paylaşacağım bu güzel yazıyı ama ben de biliyorum ki, uzun yazılar (ne demekse o) genelde okunmuyor! Olsun, dediğiniz gibi 2-3 kişi bile okusa kazançtır...teşekkürler.