8 Ekim 2014 Çarşamba

ALMANYA NOTLARI -1

Memlekete vasıl olduk.

24 Eylül’de babamın vefat haberini alır almaz apar topar gittiğim Almanya’da geçirdiğim duygu yoğun, ölüm, hüzün, keder kaplı günlerden sonra dün akşam döndüm. Gelince orada yaşadıklarımı, kültürel farklılıklarımızı yansıtan bir yazı yazmaya niyetliyken sabah bilgisayarımı açar açmaz karşılaştığım protesto, ölüm, sıkıyönetim haberlerinden sonra yazının içeriği değişti maalesef.

Her ne kadar Almanya’da da olsa insan Türkiye’den fazla uzak hissedemiyor kendini. Her sokakta muhakkak bulunan Türk dükkânları, sokaklarda neredeyse Alman nüfusu kadar çoğu başörtülü mevcut Türklerle, televizyonda karşınıza çıkan sunucu, komedyen ya da vatandaş Türklerle Almanya’da kurulmuş küçük bir Türk Cumhuriyeti içinde hissediyor insan kendini. Özellikle de son günlerde tüm dünyanın odak noktası olan Kobane olaylarından dolayı her gün ilk haber olarak Kobane ve Erdoğan’ı görüyorsunuz televizyonlarda.

Her akşam televizyondaki tartışma programlarında Alman hükümetinin Suriyeli mültecilere neden yeterli destek vermediği, daha fazla verilip verilemeyeceği tartışılıyor. Engisizyon mahkemesi gibi birçok kişinin karşısına oturtulmuş hükümet yetkilisi sorguya çekiliyor. Öyle kibarca falan da değil, dan dan fikrini söylüyor herkes. Bir devlet kanalındaki haber sunucusu epey paraladı hükümet yetkilini mesela. Hükümet yetkilileri söz birliği etmişlercesine ki etmişlerdir hep aynı cevabı veriyorlar. “Biz Avrupa ülkeleri arasında en fazla mülteci kabul eden ve yardım gönderen ülkeyiz. “ Kabul edilen mülteci sayısı 50.000. Buna karşılık olarak ekonomik olarak daha fakir olan Türkiye’nin 2 milyona yakın mülteciyi kabul ettiği ve her gün akın akın gelmekte olan mültecilere de hala kapısının açık olduğu söylendiğinde tipik bir politikacı olarak lafı dolandırıp dolandırıp sonuçta pek bir şey söyleyemiyorlar. Diyebildikleri “ancak bu kadar insana kalacak yer sağlayabiliyoruz. Mültecileri kabul etmek işi çözmez. Çözülmesi gereken oradaki meseledir ki insanlar evlerinde, yurtlarında rahatça yaşayabilsinler. “ Bu dedikleri çok güzel de meselenin çözülmesi için ne yapıyorlar orası meçhul. Yeşiller Partisinin Türk sözcüsü Özdemir “olaya politik değil, insani bakmak lazım “ dediğinde büyük alkış alıyor seyircilerden.

Türkiye’nin İŞİD’e karşı askeri müdahalede bulunmamasına öfkeliler Almanlar.” Olaylar sınırınızda yaşanıyor, Kobane düştü mü kapınızdalar, size de bulaşacak bu konu “ diye sanki bizi korur amaçlı bir söylemleri varsa da İŞİD dalgasının tüm dünyayı saracağı ve kendi ülkelerine de geleceği konusunda endişeleri var. Asker gönderme konusu ise hiç yok. Önce hele bir Türkiye adım atsın, biz de arkadan destek veririz havasındalar. Ancak İŞİD’in İslami bir örgüt olması ve Türkiye’nin de bir İslam devleti olmasından bir paralellik kurup genel olarak Türklere karşı bir nefret, öfke hâkim. Zaten yıllar içinde ülkelerini işgal etmiş, Almanlarla kaynaşmayı reddeden Türkleri pek sevdikleri söylenemez. Şu anda yaşananlar duygularını pekiştiriyor sadece.

Bu arada, burada bahsi geçti mi bilmiyorum ama Hong Kong’ta da üniversiteli gençler demokrasi için oturma eylemi yaptılar bir hafta boyunca. Tam bir Gezi Parkı havasında, gençler sokaklarda yaşadılar. Hükümet sürekli dağılın uyarısı yaptı, ufak tefek polisle gençler arasında itişmeler yaşandı ama ben ne TOMA ne de gaz fişeği gördüm. Her ne kadar hükümet taviz vermeyeceğini belli ettiyse de, gençlerin sözcüleri ile hükümet arasında görüşmeler başladı. Bir yere varır mı? Sanmıyorum. Oradaki gençlerle röportaj yapıldığında “ neden buradasınız? “ sorusuna “ ya şimdi ya hiç, bunu yapmak zorundayız “ cevabını verdi çoğu. Destek veren daha orta yaşlı grup ise “ gençleri korumak, desteklemek için buradayız. Ne kadar kalabalık olursak bize dokunmaları o kadar az mümkün olur “ diyerek desteklerini gösterdiler. Kendimi Gezi Parkı olaylarında sandım. Görülüyor ki Brezilya, Mısır, Türkiye, Hong Kong derken tüm dünya gençliğinde bir hareketlenme var. Bunun sonuçlarını hemen alamasak da bir gün alacağız elbette. Bir gün gelecek, mıh gibi koltuklarına çakılmış siyasiler o koltukları boşaltıp yerlerini bu günkü gençlere bırakacaklar. Biz değilse bile çocuklarımız meyvelerini yiyecekler inşallah.

Üç ay gibi kısa bir sürede babamı kaybettim. İnsanın üzülmemesi imkânsız. Ancak şu anda yaşanan acımasızca ölümleri, perişan olmuş bir halkı, fakirliği, adaletsizliği, acımasızlığı gördükçe iyi bir hayat yaşamış, yetmiş dokuz yaşına ulaşmış, doğanın kanunu gereği vakti gelmiş babamın ölümüne alışıldığı gibi yas tutamıyorum. İçin için İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış babamın, bu günleri ve bizi bekleyen daha da kötü günleri görmeden bu dünyadan veda edişine seviniyorum bile.


Ne İslamın ne Hristiyanlığın ne de her hangi bir dinin bu kadar insanlık dışı bir acımasızlığa zemin olabileceğine inanmıyorum. Sadece insanın içine yerleşmiş “güç” olgusunun, her dinin temeli olan on emire baskın gelmesi olarak görüyorum. Din gibi temelinde sevgi, iyilik, hoşgörü, affetme, paylaşım olması gereken bir olgunun bu gün yaşananlara zemin olması ise çok hazin…

Hiç yorum yok: