28 Mayıs 2014 Çarşamba

MEZAR KAYIKLAR

Yorgunum… Öylesine yorgunum ki, bu güzel manzaranın tadını bile çıkaramıyorum. Ne o rengârenk renkleriyle yan yana dizilmiş kayıkların yarattığı ahengi, ne de batan güneşin yeryüzünü boyayan hüzünlü kızıllığını görecek halim var. Her zaman ruhuma tatlı bir yaşam şarkısı söyleyen bu manzara, bu sefer güzel sözler fısıldamıyor kulağıma.

Doğup büyüdüğüm topraklar üzerinde bitmek tükenmek bilmeyen bu matem yordu beni. Geçen yıllar içinde, gencecik yaşlarında, şehit olarak, depremzede olarak, çapulcu olarak, madenci olarak yitip giden canların tüm ağırlığı üzerimde. Sürekli üzülmekten, ağlamaktan ama bir şey yapamamanın yarattığı çaresizlikten yorgunum. Suçlu hissetmekten yorgunum…

Üşüyorum… Coşkulu bahar güneşi bile ısıtamıyor ruhumu. Oysa akşam, ne güzel sermiş kızıl battaniyesini kararan denize. Aynı battaniyeye sarınıp ısınabilmek için ruhlarda dinginlik ezgisi olmalı. Laciverte dönmüş, gökyüzünün süsleri gibi duran bembeyaz bulutlar yüreğimin katmanları arasından geçerken kararıyor. Onlar beni beyaza boyaması gerekirken, ben onları siyaha boyuyorum. Sahile ahenkli bir melodiyle çarpan küçük dalgalar, azgın dev dalgalar halinde patlayarak vuruyor yüreğimin sahiline. Bazen öyle yükseliyorlar ki, beni de içlerine alıp yutacaklarını hissediyorum.

“Sakin ol, sakin ol, yitirme kendini” diyorum kendime manzarayı seyrederken. “Güzelliğe odaklan, kayıkların yan yana dizilişlerindeki ahenge odaklan, denizden ekmek parasını çıkarmış balıkçıların keyifle eve dönüşlerine, keyiflerindeki yorgunluğa odaklan.” Olmuyor işte… Birbirine benzer kayıkların yan yana dizilişleri, Soma maden faciasında, eve bir lokma ekmek götürebilmek adına hayatını kaybetmiş yüzlerce maden işçisinin yan yana kazılmış mezarlarını hatırlatıyor bana. İsimleri farklı ama birbirine benzer hayatlar… Aynı kayıklar gibi. Şekli şemaili benzer, dışları farklı boyanmış ama içleri illa mavi boyalı kayıklar. Belki mavi, balıkçılar için bereket demek, belki umut, belki de denize bir dost eli uzatmanın bir nişanesi… Bilmiyorum. Kesinlikle bir anlamı var bu mavinin. Hepsini ortak bir düşünce ya da değerde buluşturan bir şey olmalı. Madencilerin mezar kayıklarının içi ise kara…

En çok da kayıkların başlarına takılmış Türk bayrakları hüzünlendiriyor beni. Denizcilikte bir kural olan, hangi ülkeye aitsen onun bayrağını takma zorunluluğu kayıklar içinde geçerli mi bilmiyorum. Gemiler, yatlar, kotralar kendi ülkelerinin kocaman bayraklarını asarlar, bir de başka bir ülkenin karasularından geçiyorlarsa o ülkenin de bayrağını asmak zorunluluktur. Bunları bilmeme rağmen hafif bir rüzgâr estikçe nazlı nazlı sallanan bu küçük Türk bayraklarından hüzün akıyor bana. Tutkuyla bağlanılmış, gururla taşınmış Türk kimliğinin izlerini taşıyorlar sanki. Gittikçe yok edilmeye çalışılan bu gurur, geride kalmış bir anı gibi acıtarak çarpıyor ruhuma. Ana sıcaklığında sarması gerekirken bayraklar, sadece bir süs gibi duruyor kayıkların üstünde.

Biraz huzur bulmak umuduyla geldiğim bu sahilden daha da yorgun ayrılıyorum. İçimde patlayan dalgalar sakinlemiyor bir türlü. Büyük bir fırtına habercisi gibi gittikçe yükseliyor boyları. Kulakları sağır eden bir gürültüyle yutuluyorum. Yok oluyorum, yok oluyoruz ufukta kaybolan denizde…


Güneş batıyor. Uçsuz bucaksız bir karanlık selamlıyor geceyi…

Hiç yorum yok: