23 Nisan 2021 Cuma

DEMOKRASİ ŞIMARIKLIĞI(!)

Almanya'da şu ara pandemiden sonra en önemli konu 26 Eylül'de yapılacak seçimler. On altı senedir ülkeyi yöneten Angela Merkel'in yerini kim alacak değil kim doldurabilecek diye bakılıyor olaya. Partiler yavaş yavaş adaylarını göstermeye başladılar. Ciddi yükselişte olan Yeşiller Partisinin eş başkanları aralarında  kimin aday olmasının şanslarını yükselteceği konusunda anlaşıp olaysız aday belirlediler. Ancak Merkel'in partisi olan CDU ve birlikte hareket ettikleri kardeş parti CSU adaylarını belirleme konusunda birbirlerine girdiler. Teamüle göre CDU'nun başkanı otomatik aday olurken bu sefer CSU'nun popülaritesi yüksek parti başkanı da aday olmak istediğini belirtince işler karıştı. Nihai karara varılıncaya kadar bu konuyla yattı kalktı Almanya. zaten haberler hepi topu on beş dakika. Ilk yedi sekiz dakikası muhakkak koronayla ilgili. Gerisi hükümetin koronaya karşı alınan önlemlerin doğru olup olmadığı konusunda parlamentoda temsilcisi olan her partinin yorumları, belki bir veya iki yurtdışı haber, spor haberleri derken bitiyor zaten bülten. Memlekette olay namına bir şey yok ki! Aman atlamayayım, yönetimdeki koalisyona bağlı CDU-CSU partisinden iki milletvekilinin  pandemi başlangıcında maske sıkıntısı varken, bazı firmalardan komisyon karşılığı maske temin  ettiklerini iddia etti Der Spiegel dergisi. Ayağa kalktı ortalık. Bu iki milletvekili hemen hem milletvekilliklerinden hem de partilerinden istifa ettiler. Soruşturma hâlâ sürüyor. Aynen bizdeki gibi canım!! 

Neyse başbakanlık seçimine adaylığını koyan biri CDU'lu diğeri CSU'lu iki aday bir hafta boyunca beyanlarda bulundular. Haberler sürekli bu ikisini veriyor; ortalık çok kızıştı, sert sözler geçiyor aralarında yorumlarıyla. Ben herhalde almancam yetmiyor diye bakıyorum zira bana göre sert mert bir şey yok ortada. Kızışan da bir şey yok. Efendi efendi konuşuyorlar. Küfür yok, kıyamet yok. İki partinin tarafları birbirlerine hakaret falan etmiyor. Yok şekerim, bunlar bilmiyor bu işleri. Şöyle hööööt diye çıkışacaksın, hangi tarafın sesi daha çok çıkarsa artık. Taraftarlarını pardon partilileri harekete geçireceksin, onlar da karşı taraftan dişlerine göre bulduklarının üstlerine yürüyecekler. Kimin gücü kime yeterse artık! Çamur atacaksın bir kere. O en önemli şey! Sen at çamuru, karşı taraf düşünsün gari. Temizlemeye çalışırken  atı alan Üsküdarı geçsin falan. Bunlar pek kibar kardeşim. Herhangi bir beyanda bulunurken karşı tarafı muhakkak bir övüyorlar ondan sonra diyeceklerini diyorlar. Nasıl karar versin halk? Madem karşı taraf da pek şatır, sen niye adaylıktan çekilmiyon demezler mi insana? Kafa karıştırmaca! Halbuki şöyle bileğinin gücünü gösterecen, lafını çakacan ki halk da bilecek kim güçlü di mi ama?! Ne bunlar böyle sümsük sümsük... En sonunda daha da sümsük olan seçildi zaten. 

Her ülkede olduğu gibi burada da pandemi en öncelikli konu. Aşı konusu yavaş ilerliyor maalesef. Avrupa Birliği aşıları ortak alıp ülkelere dağıtınca yeterli aşı olmadığı gibi, burası her grubun birinci ve ikinci aşısını yaptıktan sonra diğer gruba geçiyordu. Şimdi aile hekimlerini de devreye sokunca biraz hızlandı. Merkel Teyzem, yazık, tam rahata erip son senesini de öyle böyle geçirip politik kariyerine başarıyla veda edecekken bu pandemi kadıncağızı perişan etti. İnsanoğlu nankör! Düne kadar kadını yere göğe koyamazken koronaya karşı sert(!) önlemler almak istediği için neredeyse ikinci Hitler ilan ettiler kadını. Sert dedikleri de akşamları 21:00'den sonra sabah 05:00'e kadar sokağa çıkma yasağı, 7 günlük ortalama vaka sayısı 165'i geçerse okulları kapatıp uzaktan eğitime geçme durumu. Dükkanlar, AVM'ler, lokantalar zaten aylardır kapalı. Biraz rahatlama olsun diye bizdeki HES'e benzer bir aplikasyon yapmak istiyorlar ki aşı olan veya negatif testi olan bu aplikasyonla ve randevuyla dükkanlara girebilsin. Ooooo gene ayakta millet, kişisel haklarımıza saldırı, hakkımızda bilgileri toplayıp gene bir Nazi dönemine sokmak istiyorlar bizi diye! En güldüğümde bu patırtıyı en çok buranın en sağcı partisi, Neo-Nazilerin destekçisi AFD çıkarıyor. Merkel'e, hükümete bok atmak olsun da nasıl olursa olsun. Bir de Querdenker'ler var, her boka itirazcılar. Her  hafta 10.000 -20.000 kişilik protestolar yapıyorlar. Ne maske ne mesafe ne bir şey! Polis bir seferinde tutuklayacak oldu da birini gene herkes ayakta demokratik haklarımız çiğneniyor diye! Bu kadar taraftarı nasıl buluyor bu Querdenker'ler diye şaşırıyorum ama her memleketin kendine göre salağı var elbette. Merkel teyzem de zavallım, perişan oldu kadın, on altı federal eyaletin başbabakanlarıyla konuşup hepsini ikna etmeye çalışmaktan. Bu ikna turları da yavaşlatıyor kararları. Halbuki şöyle elini masaya bir vuracaksın hepsi mum gibi olacak de mi! Daha bunların kırk fırın ekmek yemeleri lazım. Demokrasi, demokratik haklarımız falan deyip diyorlar ama olmuyor. Bize bakacaklar, örnek alacaklar oysa ki! Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok, de mi? İki höt bir zöt bak nasıl halloluverecek işler, vakalar, ay pardon dilim sürçtü, rakamlar tavan yapacak. 

Geçenlerde amcam ve eşini yemeğe davet ettim. Amcam diyorum da benden dokuz yaş büyük. Ay bütün gece Almanya'daki politikanın berbatlığından, hayatın anlamsızlığından, bu pandemi konusunda hükümetin yeterli destek vermediğinden (ne yeterli olurdu) , aşı işinin doğru dürüst organize edilemediğinden,  (bu doğru, biz daha iyi becerdik bunu ama tabii Çin asısı almanın bunda etkisi büyük. Avrupa tenezzül etmedi Çin aşısına) kendisinin aşı olmayacağından, aşılamaya aleltelaş başlandığından, yeterli test yapılmadığına (ne yani insanlar telef mi olsun o zaman kadar) söylendi durdu. Bir de özgürlüğümüz kısıtlanıyor, belki ben gece saat 22:00'de nefes almaya çıkacağım demedi mi tutamadım kendimi. Kusura bakma ama  siz fazla şımarmışsınız deyiverdim. İçimden bu devamlı söylenen Almanları alıp bir ay Türkiye'ye bırakasım var. Nasıl kuzu gibi olurlar dönüşte! 

14 Nisan 2021 Çarşamba

GLUTENSİZ BESLENME

lk başta Almanya'ya ayak bastığımdan bu yana olanları yavaş yavaş anlatayım dedim ama sonra vazgeçtim. Andan itibaren  başlayıp anlatırken zaten geriye dönüşlerle o açık zaten kendiliğinden tamamlanır diye düşünerek dün akşam seyrettiğim gluten programıyla başlayayım. 

Türkiye'deyken, son senelerde bazı sesleri duymaktan aşırı rahatsız olduğum ve dişe dokunur seyredecek bir şey bulamadığım için televizyonu dekoratif amaçla kullanıp asla açmıyordum. Kanada'dayken de evimizde televizyon yoktu, televizyon alışkanlığımız kalmadığı için kiralamaya gerek görmemiştim. Akşamları kitap okumak için ideal zamanlardı, bol bol kitap okudum. Ancak Almanya'ya geldiğimde her seyden önce sevgilinin televizyon seyretme alışkanlığı ile akşamları gene televizyonun karşısına geçme rutini başladı. Neyse ki burada her kesime hitap edecek kanal bolluğu mevcut. Çok güzel filmler veya diziler yakalayabiliyorsun. Hele bir de ARTE kanalı var ki favorim.  Fransız Alman ortak kültür kanalı. Evde Amazon Prime ve Netflix var ama o kadar güzel filmleri, belgeselleri var ki onlara dönmeye nadir ihtiyaç duyuyoruz. 

Beni sosyal medyadan takip edenler farkındalardır ki, son dönemde sağlıklı beslenme adına glutensiz ve rafine şekersiz beslenmeye çalışıyorum. Senelerdir insülin direncim var ve diyabet sınırına yaklaştı, diyabete dönmeden kontrol altına alabilmek amacım. Bu nedenle dün akşam Arte'de Gluten diye bir program olduğunu duyunca kuruldum karşısına. Şimdi uzun uzun anlatmayacağım ama özetle buğdayın genetiği ile oynandığı ve son dönemlerde böceklere karşı kullanılan glifosat maddesinin zehirli olması nedeniyle glutene karşı hassasiyet geliştirdiğimizi doğruluyor uzmanlar. Ancak içinde en yüksek proteini barındırdığı için hala ve hala gluten alerjisi, çölyak hastalığı veya irritabl bağırsak sendromu olmayanların sınırlı olarak, dengeli yani bol sebze ve meyve, lifli gıdalardan oluşan bir beslenme biçimiyle, mümkünse atalık tohumlardaki gluteni de tüketmelerinin tamamen glutensiz yaşamaktan daha sağlıklı olduğunu ifade ettiler programda. Buna karşı çıkacak fonksiyonel tıpçılar olacaktır ama ben şahsen "azı kara çoğu zarar" deyimimizin doğruluğuna her zaman inanan biri olarak bu yaklaşımı doğru buldum. Zaten burada gittiğim doktor hanım da aynı şeyi söylemişti. Uzak durman gereken şeker, gluten değil, dedi ama şöyle de bir gerçek var ki; hemen hemen her glutenli seyin içinde az da olsa şeker var. Paketli gıdaların neredeyse tümünde var. Son zamanlarda, sağlıklı beslenme çerçevesinde sürekli etiket okur oldum. Aman aman, neler yok ki, içlerinde! Almayın kardeşim almayın; eski usül, annelerimiz, anneannelerimiz gibi kendiniz yapın çerezinizi, atıştırmalığınızı, pastanızı, böreğinizi.

Benim insülin direnci alıp başını gidince ki, haklıydı başını alıp gitmekte, ne yapayım ne yapayım derken şeker bağımlılığından kurtulmak için bir eliminasyon programına katıldım. Üç hafta boyunca şekerli, glutenli, sütlü hiç bir şey yok. Kahve yok, yumurta yok. Ay nasıl yaparım derken bir güzel yapıldı valla. Hatta ve hatta 5 kilo da verildi aç kalmadan. Bu gelişmeyi görünce devam etmeye karar verdim kahve ve yumurtayı tekrar beslenmeme alarak ama evdeki sevgili asla ve asla bu beslenme biçimine uymadığı için devam ettirmek çok zor oldu. Nadiren beğeniyor yaptığım bazı glutensiz ve şekersiz şeyleri. Bir yandan da bu tür beslenen insanları takip ediyorum, koçlar, fonksiyonel tıp uzmanları falan. Bir sürü tarif var ama içinde öyle malzemeler var ki ben bulamıyorum Türkiye'de nasıl bulsunlar derken bir baktım Türkiye'de bu piyasa almış başını gitmiş, her şey bulunuyor. Burada da özel mağazalara gidersen buluyorsun da pahalı be anacım! Türkiye'deki fiyatları bilmiyorum ama ucuz olduğunu hiç sanmıyorum ama herkes buluyor, buluşturuyor yapıyor valla. Şapka! Biz Türkler bir şeye inandık mı bokunu çıkarmayı pek severiz zaten. Buradaysa etrafımda kimse, ne genci ne yaşlısı, glutensiz beslenme, eliminasyon vs bunu duymamış bile! Burada vegan beslenme öne çıkmaya başladı yavaş yavaş. Hem glutensiz beslenme, hem vegan veya vejetaryen beslenme inanılmaz bir pazar, kârı yüksek. Buraya geleli iki sene oldu ama ürün çeşitliliği inanılmaz artıyor bu süreçte. Dergilerde bu konuyla ilgili çok makale var. Buraya da gelecek bu furya ama Almanlar temkinli insanlar iyice anlayıp etmeden bir şeyi yapmıyorlar. Pandemide de, aşıda da ağır kalmalarının nedeni bu. O ayrı bir yazı konusu.

Tabii ki sağlıklı beslenmeyelim demiyorum ama burada okuduğum bazı yayınlar, dünkü program ve doktorun demesiyle dengede kalmakta fayda olduğuna kanaat getirdim. Bu demek değil ki aylardır yemediğim ekmeği yemeye başlayacağım, glutensiz krakerlerime devam. Şekersiz tatlılarımı, atıştırmalıklarımı yapmaya devam ama arada bir de sevgiliyle beraber şöyle şarap eşliğinde kaçamak yapınca da vicdan azabı çekmeyeceğim. Hayat kısa be yahu! 



12 Nisan 2021 Pazartesi

YİNE YENİDEN MERHABA

En son 2019 Ocak ayında yazmışım bloğa. Sonra bambaşka bir hayata geçtim, yeniye adapte olma çabasında bir an durdum öyle.  Durdum derken hiç bir şey yapmadım anlamında değil tabii. Çok şey yaptım ama eski yaptıklarımı biraz kenara aldım farkında olmadan. Yeninin heyecanı olmalı. Yazmak bunların başında gelenlerden, okumak yavaşladı, sosyal proje uzaktan idare olunca o da ivme kaybetti bir süreliğine, pandemi de etken tabii. Şimdi aradan geçen iki seneden sonra , yeniye de alıştığımdan olmalı, her şeyi yeniden gözden geçirme ve sevdiğim her türlü faaliyeti yeniden hayatıma alma zamanı. 

2019 yılına geri gidersek, o yılın mayıs ayında, mezuniyetinden sonra, Türkiye'ye döndük kızımla. Tam artık o üniversiteye gider, ben de güneyde bir yerlere yerleşirim diye düşünürken daha Kanada semalarındayken Avrupa'dan gönlüme giren sevgili nedeniyle tüm planlarım değişti. Öyle uzaktan uzağa anlamam ben bu yaşta, diyip ağırlığını koyunca, bana da daha Türkiye'de herhangi bir yere yerleşmeden, Kanada'ya giderken depoya kaldırdığım eşyalarımı açmadan, Almanya'ya gidip beraber yaşamı denemek düştü. Tabii bu, buraya yazıldığı gibi bir cümlede ya da bir nefeste verilebilen bir karar değil. Geller gitler falan filan derken - kızımın Hollanda'da okuyacak olması da Almanya'ya yerleşmemi olumlu etki eden nedenlerden biri oldu - kendimi buldum Almanya'da. İyi mi!! 

Çocukluğumda her sene yazları gitmeme, çat pat da olsa Almanca bilmeme ve en azından tanıdık babında üvey annemin de orada oturuyor olmasına rağmen tatile gitmek başka yaşamaya gitmek başka. İlk bir kaç ay olduğum kasabaya, oturduğum eve yabancı, misafir havasında oturdum. Etrafımda Türkçe konuşan tek Allahın kulu yok. Allahtan yürüme mesafesinde Türk bir market var -her ne kadar onlar, senelerdir alıştıkları için olsa gerek Almanca konussalar da - ben illa Türkçe konuşarak ana dilimde kendimi ifade etme özlemimi gidermeye çalıştım.  Baktım öyle olmayacak, evi kendime zevkime göre revize etmeye başladım. Epey oyaladı o beni. Basit Almanca kitaplar okumaya başladım. Arada elbette Türkiye ziyaretleri derken çat kapı geldi mi pandemi! Öyle istediğin an atlayıp gidemiyorsun memlekete, sınırlar kapalı. Sınırların açılmasını beklerken, sevgili her sene yaptığı gibi evin bahçe düzenlemesini yapmaya başladı. Ben şehir çocuğu anlamam çiçek böcekten ama oraya da papatya olsun, domates de dikelim derken elimi soktum mu toprağa; amanın bir keyifli. Hava da güzel. Bahçede geçti epey bir zaman. Bu arada elimde cep telefonu her çiçeğin fotoğrafını çekiyorum hayatımda hiç çiçek görmemişim gibi. Sevgili baktı, kadın meraklı böyle fotoğraf çekmeye kendi fotoğraf makinesini tutuşturdu elime. Başladık sağa sola çiçek böcek, manzara vs fotoğrafları çekmek için gitmeye. Dilim de ilerliyor, okuduğum kitap seviyeleri bir kademe daha zorlaştı. Film izlerken sorduğum soru sayısı azaldı. Zaman zaman bir konu hakkında tartışırken hala yüzde yüz kendimi tam ifade edemediğim için sinir olsam da İngilizce imdadıma yetişip durumu kurtarıyor. Rejime de başladım. Bol yürüyüş, bol foto, bol çiçek böcek, toprak, temiz hava, bol güneş. bol yeşillik, no apartman, no trafik... aa sevdim ben bu hayatı ya! Sevgilinin de hakkını yemeyeyim o da beni burada mutlu etmek için elinden geleni yapıyor. Ay!Olacak gibi...

Derken sınırlar açıldı. Ben burada iyiyim ama ailemi, dostlarımı, toprağımı da özlemişim. Bir gittik pir gittik. Bir ay İstanbul iki ay Ula, tam üç ay! Sevgili Alman ya, maksimum doksan gün kalabiliyor olmasa daha da kalacağız yani. Sevgili neredeyse Ula'yı benden daha çok seviyor zaten. Emekli hayatının faydaları :) Sanki de biliyormuşuz gibi pandemi tekrar alevlenecek, biz yerimizden aylarca kıpırdayamayacağız, doya doya, içimize çeke çeke nefis bir zaman geçirdik bu üç ayda. 1 Ekim'de döndük geldik. O gün bugündür de aşı olmayı bekliyoruz ki, gelebilelim.

Bütün bu yenilik ve adaptasyon sürecinde kalemle ilişkim neredeyse kopma noktasına geldi maalesef. İlk başlarda Toronto gibi Almanya Günlükleri yazayım dedim ama sonra herkes Almanya'yı biliyor kimsenin ilgisini çekmez dedim ve vazgeçtim. Kendim bile hala gelgitlerdeyken ne yazabilirdim ki! Kanada gibi değil. Kanada'da en fazla on ay kalıp döneceğimi biliyordum. Bu başkaydı. Başka bir ülkede başka bir kültürde yaşamak insanın bakış açısını da değiştirebiliyor. Ancak dillendirebilmek için önce her şeyin oturması, posanın bir çökmesi gerekiyor. Bir yandan da yazamadıkça kalemle arama hiç sonlanmayacak bir ayrılık girecek diye korktum. Normalde yazmakla ilgili her projeye atlayan ben, bu süreçte önüme gelen projelerden affımı istedim. Bu beni inanılmaz mutsuz etti. Ve yeniden bloğuma dönmeye, ufak ufak olsa da kalemle aramı ısıtmaya karar verdim. Gene Toronto'daki gibi gözlemlerimi yazmayı düşünüyorum.   İlgilenirseniz, kalemle yeniden barışma yolculuğuma eşlik etmek isterseniz bloğuma beklerim.