5 Temmuz 2018 Perşembe

HAYALLERLE BAŞLAR HER ŞEY

Bir buçuk senedir yazmamışım bloğa. Belki o süreden bu yana Kiltablet Fanzin'de öykü yazıp, kitap tanıtımları yaptığımdan, belki o tarihlerden bu yana kurucusu olduğum Her Çocuk Bir Tohum adlı sosyal sorumluluk projesine iyice yoğunlaştığımdan, belki de yazmaktan ziyade yapmaya odaklandığımdan. Belki hepsi etken ama sonuçta bugüne gelmişiz işte. Kiltablet ve Her Çocuk Bir Tohum nedir bilmeyenler için birer cümleyle geçeceğim. Daha fazlasını merak edenler, ikisinin de Facebook'ta sayfaları var, oradan bakabilirsiniz. Kiltablet aylık çıkardığımız bir öykü kültürü fanzini. Her Çocuk Bir Tohum ise yoksun bölgelerde eğitim gören anasınıfı, ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin eğitimine destekte bulunan bir sosyal sorumluluk projesi. Bunca aradan sonra durup dururken ne beni bilgisayarın başına geçirdi diye soracak olursanız, son günlerde yaşadığımız acı çocuk tecavüzü ve ölümleri karşısında hangi görüşte olduğu fark etmeksizin çoğu kişinin "idam idam" diye bağırınması! Şiddetin her zaman daha fazla şiddet doğuracağına inanan biri olarak bu çözümün asla işe yaramayacağını ve çözümün eğitimde olduğunu savunuyorum. Ee, biliyoruz. Bunun için blog yazısı mı kaleme alınır dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Biliyoruz bilmesine de bu konuda arpa boyu ilerleyemediğimiz gibi fersah fersah da geriliyoruz. Bu bizi daha da karanlığa sürükleyecek çığlıkları duydukça epeydir kafamda dolanan bir konuyu sesli söylemek ve sizlerin düşüncelerini almak istedim.

Üç senedir yürüttüğüm Her Çocuk Bir Tohum projesinde çalışmalar yaparken, yöntemleri farklı olsa da benzer amaçlarla yola çıkmış bir çok kurum, kuruluş, vakıf, dernek, şahısla tanıştım. Tanışmadıklarımı da, karşıma çıktıkça inceledim. Her birini çok takdir ediyorum. Çok güzel şeyler yapıyorlar. Bu kadar çok duyarlı insanımız olması ayrıca çok umut verici. Ancak, yoksun bölgeler dediğimiz çoğu Doğu bölgelerimizde olduğunu düşündüğümüz - aslında Batı bölgelerimizin de köylerinde durum çok iç açıcı değil-  köylerimizde, ilçelerimizde okuyan çocuklarımıza inanılmaz miktarda yardım gittiğini fark ettim. Bunların bir kısmı kıyafet olmakla beraber, kitap kırtasiye gibi eğitim araçları da yoğunlukta. Ulaşılamamış daha bir çok okulumuz olmasına rağmen ulaşılmış da bir çok okul var. Bu kadar desteğin gittiği bu bölgelerden arada deniz yıldızları çıkmasına rağmen genel anlamda bir kültür değişikliği hâlâ gözlenmiyor. Bir veya bir kaç kışı gönderilmiş bot-montla geçirmiş çocuklarımız, rafları tozlu kitaplarla dolu bir çok kütüphanemiz, bir -iki sene kullanıldıktan sonra atıl bırakılmış veya başka bir odaya çevrilmiş laboratuarlarımız, hâlâ liseye kız çocuklarımızın gönderilmediği köylerimiz var. Bu kadar giden desteği yani kaynağı verimli kullanamıyoruz hissindeyim. Bu kaynak nasıl doğru kullanılır? Nasıl eğitime önem veren, kendi bölgesini geliştirmeye istekli, öğrenilmiş çaresizlik yerine üretken bir toplum olmaya yöneltilir gibi sorular dolaşıyor kafamda. Bunca senedir uzanan ellere rağmen çok büyük bir fark yaratılamadığına göre nerede yanlış yapıyoruz? Yüzlerce deniz yıldızı yaratmak yeterli mi?

Şöyle bir çatı hayal ediyorum: Bütün bu yolda çalışanların, eğitim adına proje üretenlerin, bir araya gelerek ortaklaşa belirledikleri bir eğitim politikası çerçevesinde şehir şehir ele alarak bu eğitim politikasının yaygınlaşmasını sağlamaları, gene bu grup içinden veya destek vermek isteyen uzmanlarla ölçme değerlendirme ekiplerinin kurularak bu şehirleri, bu şehirlere bağlı ilçe ve köyleri takip etmeleri, bir yandan da öğretmenlerimizi geliştirecek kurslar, seminerler vs düzenlenmesi gibi aynı hedefe odaklanmış bir eğitim seferberliği yapılması. Şu ana kadar oraya buraya, son derece iyi niyetle kullanılmış maddi manevi her türlü kaynağın ortak bir havuza aktarılarak bir program çerçevesinde kullanılması. Devletin bunu kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak görmeyip halkla birlikte toplumun yükselmesi, eğitim kalitesinin artırılması için elele yürünen bir hareket olarak görmesi. Çok mu ütopik? Uçtum mu gene?

Uçtuğumu düşünüyorsanız, Alman bir babaya sahip olarak içinde zaman zaman yaşadığım Alman kültüründe gözlemlediğimi aktarayım. Biliyorsunuz Almanya 2. Dünya Savaşı'ndan yenik çıktı. Babamın da bizzat şahit olduğu bir yoksulluk hakimdi. Savaş bittiğinde dokuz yaşındaydı. Ancak kısa sürede disipline dayalı ortak bir kültür yaratarak ülkeyi kısa sürede toparlamayı başardılar. Sizi biraz güldüreyim. Sabaha karşı saat 04:00'de kimsenin geçmemesine rağmen beş dakika boyunca kırmızı ışığın yeşile dönmesini belleyen bir adamdı rahmetli babam. Bunu sadece babamın yaptığını düşünürken bu ve benzeri bana abartlı gelen bazı davranışları, tepkileri bir çok Almanın yaptığını gördüm. Önemli olan ortak bir bakış açıları, benzer inançları ve umutları olmasıydı. Bu onları birleştirmiş ve tüm halk elbirliğiyle daha iyi günlere doğru hareket etmiş olmalılar diye düşünüyorum. Yani orada burada parça parça, benzer niyet ama farklı yöntemlerle değil birleşerek daha güzel ve etkin şeyler yapılabilir diye düşünüyorum.

Olma mı? Olsun, hayallerle başlar her şey...