Dün akşamdan beri öyle oturdum kaldım. Tam gülüp söylerken
whtasapp’ta arkadaşlarla, birisinin “Ankara’da
patlama olmuş gene “ yazması bomba gibi düştü ortaya. Öyle bırakılıvermiş gibi,
aniden… Cümlenin ağırlığı aklımızı,
beynimizi karıştırdı. Havada uçuşan kollar, bacaklar gibi ruhumuzun kıvrımları…
Unutmaya çalıştığımız ama unutamadan sadece canlı canlı gömdüğümüz duygular ayaklandı
hemen. Biraz gülmeye imkân yok bu ülkede. Suçluluk duygusu yaratıyor insanda.
Ne? Ne zaman? Ölü var mı? soruları fişek gibi deldi geçti ekranı. Donmuşum…
Televizyona değil, sosyal medyaya döndüm kendime gelince. Bilindik söylemler…
Gene.
BBC 5 diyor, yok 24’müş resmi olarak açıklandı şimdi, 24 dedilerse daha
çoktur, ya yaralılar? Bu yazışmalar sürüp giderken daha önceki patlamalarda,
maalesef adlarını unuttuğum ölenlerin resimleri geçiyor zihnimden birer birer.
Karısı mı sevgilisi mi fark etmez, kucağında ölmüş kadına sımsıkı sarılan bir
adam vardı meselâ. Gençler, öğrenciler, gülümseyerek hayata umutla poz vermiş
genç kızlar, en ferah kahkahalarıyla kameraya gülmüş gençler. Şimdi hiç biri
yok. Bir çok görüntü daha eklenecek bunlara diyorum içimden; bir çok hikâye,
bir çok yarım kalmış umut… Yıllardır ağlamaktan bitap düşmüş annelere ,
bakışları donuklaşmış babalara da yenileri… Bir yumru oturuyor boğazıma.
Ağlasan ağlanmıyor, göz yaşları bile isyanda kirpiklerimin kıyısında.
Gece huzursuz bir uyku… Dön o tarafa, dön bu tarafa. Sızı
geçmiyor. Ter ter akıyor gözyaşlarım. Kızıma bakıyorum, o da uyuyamıyor.
Kopkoyu bir karanlığın içinden geleceğini göremiyor. Sabahı sabah ediyoruz
beraber. “Korkuyorum, ben de ölüp gidersem istediklerimi yapamadan “ diyor
gecenin en derin karanlığında fısıltıyla. Ne diyebilirim ki?!
Sabah siyahlarıyla okula yolcu ettikten sonra geçiyorum
ekranın başına. Değişik bir şey yok. Gene aynı laflar, aynı isyanlar, büyüklerimizden
gene aynı başsağlığı lakırdıları, geçmiş olsunlar vs vs. Geçmiyor işte, geçmiş
olmuyor! Öyle boş bir söz ki geçmiş olsun, kime, neye geçmiş olsun?!
Bir şeyler yazayım diyorum, elim donuk, kalbim donuk
yazamıyorum ilk önce. Sonra geliyor kelimeler. Zincirden boşanırcasına acımı,
isyanımı, öfkemi kusmaya çalışıyorum art arda cümlelerle. Yavaş yavaş patlamada
ölenlerin resimleri, hikâyeleri düşmeye başlıyor ekrana. Gülen yüzüyle o
delikanlının, iri kara gözleriyle o gencecik kızın resminin karşısında
yazdıklarım, yazacaklarım anlamını yitiriyor. Ne kadar isyan etsek, ne kadar
ağlasak, ne kadar yazsak hangimiz yaklaşabiliriz ki evlatlarını yitirmiş
insanların acılarına? Dün akşamdan beri
kirpiklerimde takılı gözyaşlarım süzülüyor ince ince.
Kızım geliyor okuldan. Onun gencecik yüzüne bakıyorum
yarınlardan koruyamayacağımı bilerek. Kahroluyor içim. Çaktırmamaya çalışıyorum.
Aç gelmiş okuldan. Karnını doyuruyorum en normal gündeymişiz gibi. Anlatıyor
bir şeyler. Dinlermiş gibi yapıyorum, hatta gülümsüyorum; içim tonlarca ağır.
Hangimize değerse acı acaba anlar devlet, bir canın, bir
evladın yitmesinin yapılan onca plana, stratejiye değmediğini? Evlat acısının hiçbir
statü, mevkiyle, parayla geçmediğini? Evladın gülümsemesinin dünyada sunulabilecek
herşeyden daha değerli olduğunu? Masum gençlerin kanı üzerine yükselen bir
ülkeden hayır gelmeyeceğini? İlahi adaletin buna izin vermeyeceğini?..
Terörle yaşamaya alışmamız lazımmış! Öyle buyurmuş bir
devlet büyüğümüz. Hayır efendim, alışmıyorum, alışmayacağım. Biz
sıradanlaştırmayacağız ölümleri, siz vicdanınızı dinlemeyi öğreneceksiniz!