Cennetin İnsanları Merhaba,
Kendi kendime girdiğim yazı macerasının tıkandığım bir
noktasında keşfettim Gümüşlük Akademisi’ni. Bildiğimden değil, tesadüf! Elimde
yarım yamalak bir roman taslağı, aylardır kaldığım yerden bir adım
ilerleyemiyorum. Afaganlar basmış, ne yapacağımı bilemezken çıktı karşıma
Akademi. Daha doğrusu “ İlk Dosya” atölyesi. Aman, ne güzel, tam bana göre.
Gümüşlük Akademisi nerede bile bilmiyorum ama “akademi “
kelimesinin bana verdiği sağlamlık, güvenilirlik ve bilgi yuvası etkisi, atölyenin
hocası Nalan Barbarosoğlu’nun felsefe eğitimi almış, birçok kitabı olan bir
yazar olması, bende doğru yerde olduğum hissi uyandırıyor. İnternette atölye
hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Gümüşlük Akademisi’ne girdiğimde, o
da ne? Allahım, burası cennet! Yok, yok! Cümlelerinde kaybolduğum bir çok yazar burada ders veriyor. Harika! Hepsine gidebilsem. Keşke... Zamanla... Sırayla...
Akademi’nin nasıl gerçek bir cennet olduğunu görmem bu
seneye nasip oldu. Geçen sene Akademi’nin İstanbul, Arnavutköy’deki yerinde
başladığım atölyelerin devamı olarak, esas merkezi olan Bodrum, Gümüşlük’teki
bir atölyeye katıldım. Daha yeri görmeden, Halikarnas Balıkçısı üzerine
yapılacak bu atölye, içinde barındırdığı deniz, Bodrum, Halikarnas Balıkçısı,
hümanizm, öykü, yazı gibi ögelerle bana cenneti vadediyordu. Çok heyecanlıydım.
Ancak oraya gidip, beş gün hiç oradan çıkmak istememezcesine kalınca, hayalimin
çok ötesinde bir cennet olduğunu, kendi cennet tanımımın bile burayı hayal
edebilmekte eksik kaldığını gördüm. Merak edenlere hemen söyleyeyim; huri, muri
yok. Huri kendinizsiniz…
Ancak isteyenin, arayanın bulabileceği şekilde, doğanın
içine, ona uyacak biçimde yerleştirilmiş küçücük bir tabeladan başka yol
göstericisi olmayan Gümüşlük Akademisi’nin toprak yollarından şoför söylene
söylene ilerlerken, sıcakta, havaalanından yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuktan
sonra bu ince detayın farkına varmıyorsunuz başta. En nihayet varmış olmanın
keyfiyle kendinizi Akademi’nin merkezinde bulunan toplanma noktasına
attığınızda, dört bir yandan gölgesini bir armağan gibi sunan meşe ağaçlarının
çerçevelediği, üzerlerine tünemiş kurbağalarla nilüferleri, içinde yüzen
kırmızı balıklarıyla bir gölet karşılıyor insanı. Suya yansıyan ağaçların nefes
kesen görüntüsü, cır cır böceklerinin coşkulu hoşgeldin’i, devasa meşe
ağaçlarının armağan gölgesi, oradan oraya koşuşturan tavukların neşeli
gıdaklamaları, oraya ulaşmak için yaşanan stresli uçak ve araba yolculuğunun
yorgunluğunu bir çırpıda alıveriyor. Kendinizi doğanın sarmalayan iyileştirici
ellerine bırakıyor, aklınızda yüreğinizde olan ne kadar olumsuz düşünce varsa,
hepsini bu doğal güzellikler içinde eritip bırakıyorsunuz.
Zannetmeyin ki, cennetin tamamı bu. Bu manzara karşısında
serinlerken, yan masaya yazar Mahir Ünsal Eriş oturuveriyor. Evet evet, hani
kitaplarını keyifle okuduğunuz yazar. Bu kişi dönemine göre Mario Levi de
olabilir, Haydar Ergülen de, Ümit Ünal da, Yekta Kopan da. Kısacası edebiyat,
sinema, tiyatro, resim, seramik, felsefe vb dalların ustalarıyla aynı mekânda
dostane bir sohbet tutturabiliyorsunuz. Düşünsenize, doğanın içinde,
ilgilendiğiniz alanın en iyi hocaları ve aynı amaca yönelik, heyecanlı
öğrencilerle bir aradasınız. Tüm gün ilgi alanınız olan konuyla yaşıyor, onunla
hemhal oluyor, diğer tüm şeylerden arındırdığınız beyninizi sadece o konuya
odaklayabiliyorsunuz. Çok yaratıcı, ilham verici bir ortam. Şimdi burası cennet
değil de ne?
Yol yorgunluğunu atmış, kendime gelince, öğreniyorum ki,
gölete doğru yürürken gördüğüm, atölyelerin yapıldığı toplantı odası,
kütüphane, alana serpiştirilmiş odalar, amfitiyatro ve yemekhanenin kapsadığı
alandan çok daha büyük bir yer burası. Görünmez noktalarda organik tarım
alanları, resim, seramik atölyeleri de var. Yok yok! Sanatla, doğayla ilgilenen
herkesin gönlüne hitap eden bir şey muhakkak bulunabiliyor burada.
Doğanın tabii örtüsüne mümkün mertebe en az seviyede
dokunulduğunu görünce, giriş yolunun neden asfaltlanmayıp toprak bırakıldığını
anlıyorum. Doğanın en öz hali korunmak istenmiş burada. İnsanın da… Zaten sanat
da insanın özüne inip onu ortaya çıkarmaya çalışmıyor mu? Akademi’de kurulu
düzen ve işleyiş tam da buna hizmet ediyor. Öyle önünüze kurulu sofralar,
servis yapan garsonlar falan yok. Herkes yemeğini, içkisini, suyunu kendi
alıyor, tabağını kaldırıyor, küllüğünü kendi boşaltıyor. Odaların kapılarını ne
uyurken ne de gündüz kimse kilitlemiyor. İnsana güven temel esas burada.
İçgüdüsel olarak, ortamın insanın içinde dokunduğu en saf halini korumak
istiyorsunuz. Bu kuralsız, doğal, içinizde unuttuğunuz temel insani değerleri
ortaya çıkaran yerde iyi hissediyorsunuz. Ve insan…
Bu çerçevede Halikarnas Balıkçısı’nın öykülerinde buram
buram kokan hümanizm tam yerini buluyor. Onun öykülerini okumak, analiz etmek,
coşkuyla yazmak için daha iyi bir yerde olamazdım. Bu heyecan yazıma da
yansıyor. Üç öykü çıkarıyorum bu cennet köşede!
Gençler diyorum, gençler! Gençlerin gelip kalmaları, buranın
parçası olmaları gerek. Hayatı yeni yeni anlamaya başladıkları, hayatın
içlerindeki saf duyguları parçalamaya başladığı sıralarda burada bir zaman
geçirmeleri, yaşam döngüsünün içinde azalmaya, yitip gitmeye mahkûm insani
değerlerin gerçekliğini, geçerliliğini onlara gösterecek ve yok edici tüm
zorlamalara karşın bu değerlere sahip çıkmalarını sağlayacaktır. Buna yürekten
inanıyorum.
Cennet ölümden sonra değil yaşamdadır inancıyla, bu cenneti
bize sunan Gümüşlük Akademisi yaratıcılarından Latife Tekin'e, buranın yaşamasını mümkün kılan,
bir nefer gibi çalışan yöneticisinden, bahçıvanına kadar herkese en içten
teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İyi ki varsınız, iyi ki yolum sizinle kesişti.
Varlığınız insanlığa olan inancımı tazeliyor.
Kışın Arnavutköy'de yeniden görüşmek üzere. Önümüzdeki yaz içinse yerimi şimdiden ayırın lütfen.
Sevgiyle kalın,
Yasemin Pforr
http://www.gumuslukakademisi.org/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder