Beni mi takip ediyor? Benden başka kimse yok. Yanımda beni
aşıp geçen bir gölge. Heybetli. Babam gibi. Sessiz. Kaçmalıyım. Nereye kadar?
Saklansam? Nereye? Sokak çıplak. Hızla yürü. Belli etmeden adımlarını
sıklaştır. Onu hissettiğini anlamasın. Anlarsa hamle yapabilir. Tetikte ol.
Olsam ne olacak? İsterse bir anda devirebilir beni. Ağaçlar. Ne kadar çoklar.
Orman gibi. Beni ağaçların arasına çekse kimse duymaz. İşbirlikçiler. Oysa evi
tutarken bu yeşilliği ne kadar sevmiştim. Şimdi ise düşmanlar. Ne kadar çer çöp
var ağaçların altında. Kimse sevmiyor yeşili anlaşılan. Sana ne? Yürü, hızla
yürü. Sakın koşma.
Kaşınıyorum. Atkımı çıkarsam, rahatlasam. Sımsıkı dolamışım
boynuma. Sakın çıkarmaya çalışma. Yavaşlarsın. Kaşıntıyı düşünme. Düşünmezsen
geçer. Sadece yürü. Sağa sola bakınma. Dikkatini dağıtma. İşte ilk bina. Sanki
yabancı. Yanlış sokakta mıyım? Mümkün değil. Pencereler. Perdeler kapalı.
Perdelerden sızan ince ışıklar yalnızlığımı yansıtmaktan başka bir işe
yaramıyor. Bağırsam? Bir işe yaramaz. Kapalı perdelerin arkasındaki insanlar
duysa bile bakmaz. Böyle olduk artık; kadınları tecavüz edilirken, öldürülürken
korku filmi seyretmenin hazzında çekirdek çitleyen bir ülke. Yakalarsa tecavüz
mü eder, öldürür mü? Tecavüz tercih. Saçmalama. İkisi de ölüm. Yaşarım en
azından, şimdi yaşadığım gibi. Ne fark eder? Saçlarımdan tutup yerlerde süründürüp
tekmeler mi beni önce? O kadın gibi.
Beyoğlu’ndaki kadın. Yerlerde tekmelenen kadın. Sonra? Bilmiyorum. O kadını da
bilmiyorum. Belki öldü. Öldük.
Allah kahretsin, nereden geldi şimdi o kadın aklıma? Dikkatini
dağıtma. Gözlerim yanıyor. Yüzüm sırılsıklam. Ağlıyor muyum? Yok ter. En son ne
zaman ağladım? Ağlamam ki, ağlayamam. Sokak uzun. Hiç bu kadar uzun gelmemişti bana.
Evim sanki fizanda. Her hangi bir apartmana girsem? Ya kapısı kilitliyse?
Olmaz. Hızla devam. Arkamda bir ses. Hışır hışır. Yaklaşıyor mu? Dizlerimin
bağı çözülüyor. Yürüyemeyeceğim. Bıraksam kendimi. Ne olacaksa olsun. Sakın!
Sakın bırakma kendini. Yapabilirsin. Hep yaptın. Gene yaparsın. Bir kedi. Miyavlıyor.
Aç mı? Eve alsam doyursam. Bırak şimdi kediyi. Hem Fettan hoşlanmaz
yabancılardan, bilirsin. Çöp bidonu. Nasıl düşünemedim? Kedi bidonu
karıştırıyordu herhalde. Ses ondan gelmiş olmalı. Öyledir. Öyle olsun. Çöp
bidonunun arkasına saklansaydım. Niye düşünemedim? Şimdi geri de dönemem. Hızla
devam.
Binamın bahçe demirleri göründü. Koş. Hızla koş, binaya at
kendini. Anahtarlar! Bulamıyorum. Allah kahretsin! Çantamın en dibine
düşmüşler. Bu torba gibi kocaman çantalardan nefret ediyorum. Cüzdan, defter,
makyaj çantası. Çok lazım! Şu anda
hiçbir şey metalin sertliğini hissetmek kadar beni mutlu etmeyecek. Buldum! Bir
heyecanla anahtarları çıkarıyorum çantamdan. Ellerim titriyor, anahtarlar
düştü. Tam da sırası! Yerden anahtarları alırken gizlice arkama bakıyorum.
Karanlık.
Kapının deliğine anahtarı sokamıyorum. Hadi ama. Bir gözüm
sürekli arkamda. Son adım. Binaya bir girebilsem kurtulacağım. Sakin ol. Oh!
Binaya girdim. Bir de evime girebilsem. Niye giriş katında oturuyorum ki?
Mecburiyetten. En küçük ve en ucuz olduğundan. Balkon! Ya balkondan girmeye
çalışırsa? Kapılar kilitli, giremez. Camı keser mi? Ter içindeyim. Terimin
kokusu burnuma kadar geliyor. Düşünme, sadece eve gir. Eve girdim. Işıkları
yakma. Peşimden geldiyse bile en azından hangi dairede oturduğum anlaşılmasın.
Perdeleri sımsıkı kapa. Kapatırken son bir bakış atıyorum. Kimse görünmüyor.
Belki orada. Uygun anı bekliyor. Kapıyı sıkı sıkı kilitle. Emniyet zincirini de
tak. Bak işe yarıyormuş bu zincir. Çalan hiçbir kapıyı da açma. Evde yok
sansınlar beni. Yokum zaten.
Televizyonu açayım, kafam dağılsın. Açma, ses yapmasın.
Telefonum nerede? Çantamda olmalı. Birisini aramalı mıyım? Gelsin, benimle
otursun. Kimi arayabilirim? Gülerler bana. Neden korktun? Arkamdan gelen bir
gölge gördüm. E sonra? Sonrası yok, sadece korkuyorum. Deli misin derler adama.
Aramayayım daha iyi. Hem birisini çağırmak kapıyı açmak demek. Açmayacağım,
kimseye kapımı açmayacağım.
Deli miyim gerçekten? O gölgeyi, beni sarıp aşan kara
gölgeyi gördüm. Öyle ki, beni de karanlığa boğdu o gölge. Takip etti.
Hissettim. Şu anda belki kapımın önünde belki balkonumda. Bilmiyorum ama orada
bir yerde, eminim. Kime anlatabilirim bunu? Kimse anlamaz ki! Kimse anlamıyor
zaten. Rahatını bozacak bir şeyi kimse duymak istemiyor, en yakının bile. En
iyisi kimseye anlatma. Kimse bilmesin.
Bir kahve yapıp kendime gelsem. Yok yapmayayım, ses olur.
Tuvaletin sifonunu da çekmedim, iyi oldu. Duş alabilsem? Alamam. Perdeden
baksam mı? Ya balkondaysa? Burun buruna gelirim, olmaz. Balkon kapısı iyice
kilitli mi acaba? En son ne zaman çıkmıştım ki balkona? Koltuğun üzerine
çöküyorum. Titremem geçmiyor. Battaniyeye sarınıp büzüşüyorum.
Bir oda. Duvarlar pembeye boyanmış. Yer yer sıvası dökülmüş.
Perdeler de pembe. Fırfırlı. Duvara dayalı sandığın üzerinde bebekler var. Bir
sandalye. Sandalyenin üzerinde bir okul forması asılı. Yerde okul çantası. Ağzı
açık. Tek kişilik yatakta biri uyuyor. Ben. Hayır, uyumuyorum, gözlerim açık. Gözlerim
kapıda, kapının kulbunda. Kapı kulpunun aşağıya doğru çevrileceği anı
bekliyorum. Kalbim kulaklarımdan fırlayacak şekilde atıyor. Soğuk soğuk
terliyorum. Kapının ardında ayak sesleri. İşte geliyor. Kapının kulpu yavaşça
aşağıya doğru hareket ediyor. Kaskatı kesiliyorum. Nefes almıyorum. Bağırmak
istiyorum, sesim çıkmıyor. Ağzım balık gibi açılıp kapanıyor.
Kapı açıldı. Gözlerimi kapatıyorum hemen. Heybetli karanlık
bana doğru ilerliyor. Ölmek istiyorum. Ölmüşüm zaten. Bir daha ölebilir mi
insan? Yanıma oturup, eliyle ağzımı kapatıyor. “ Şşşt, sana zarar vermeyeceğim.
Bir baba kızına zarar verir mi? Sadece seni seveceğim. Sakın bağırma. “ Nasıl
inanmak istiyorum bu kelimelere ama inanamıyorum. Bir baba neden gizlice, gece
yarısı odasına girerek sevsin ki kızını? Gündüzleri, annemin yanındayken
gözümün içine bir kere bakmayan adam neden geceleri sever ki kızını? Annem
kıskanmasın diye mi acaba? Bir anne kızını kıskanır mı? Bir sürü soru ama en
altta babama inanma isteği… Sesimi çıkartamıyorum.
Yorganın altından elini sokuyor bacaklarıma doğru.
Bacaklarımı okşuyor; yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyor elleri. Nefesi
hızlanıyor. Sıyrılmış geceliğimi düzeltmek istiyorum. Engelliyor. “Hiçbir şey
yapma, dur öyle.” Göbeğimden, yeni çıkmış memelerime kadar çıkıyor elleri.
Memelerimi sıkıyor. Acıyor. “ Acıyor baba “ “Öperim geçer “ Göğüslerimi öpüyor,
uçlarını yalıyor. Dehşet ve haz birbirine karışıyor. Utanıyorum. Bir gölge
görüyorum yanı başımızda. Olanı biteni seyrediyor. Uzun saçları var. Gözüm hep
gölgede. “Yapma baba” Duymuyor. Elini bacak arama sokuyor. Külodumun içine
elini sokarak kukumu elliyor ; annemin hep eteklerini sıkı sıkı kapa kimseler
görmesin, ayıptır dediği kukumu. Parmağını sokuyor. Bir eliyle de pijamasını zorlayan
pipisini çıkarıyor. O dimdik olmuş kocaman şeye bakakalıyorum. Kılıç gibi dik
ve sert. Annemin “ayıp, ayıp “ sözleri kafamın içinde patlıyor. Parmağını
kukuma sokup çıkarırken, diğer eliyle pipisini okşuyor. Nefesi gittikçe
hızlanıyor. Gölge hep yanımızda. Korkuyorum.
Ölüyor mu? Ya ölürse, anneme ne anlatırım? Ölmesin diye dua ediyorum. Bir sıvı
fışkırıyor pipisinin ucundan ve üstüme yığılıp kalıyor. Öldü mü? Yok, ölmemiş,
hızlı hızlı nefes alıp veriyor. Seviniyorum.
Babam, küçülmüş pipisini pijamasının içine sokup
toparlanıyor. Saçlarımı okşayıp, alnıma bir öpücük konduruyor. “ Sakın annene söyleme, çok üzülür sonra. Bu bizim
sırrımız, biliyorsun.” Sessizce çıkıp gidiyor. Odada ki gölgeyi arıyorum. Yok
olmuş. Bunca senedir bana hiç sevgisini göstermemiş babamla, sadece ikimize ait
bir sır olmasından mutlu muyum? Bir yanım bundan gizli bir haz duyuyor ama
bunun yanlış olduğunu biliyorum. Anneme ihanet etmiş gibi hissediyorum. Annem
bana ihanet etmiş gibi hissediyor mu?
Sonra birden kahvaltı masasındayız. Annem, güler yüzle bana reçelli ekmek hazırlıyor.
Başı öne eğik. Birden başını kaldırıp bana bakıyor. Gözleri çakmak çakmak.
Birden uyandım. Sarındığım battaniyeyi tekmelemişim; yerde.
Annemin gözleri gözümün önünde. Hiç öyle baktı mı annem bana? Hatırlamıyorum.
Hoş, gülümsediğini de hatırlamıyorum. Hep gergin ama sessiz bir kadındı. Ruhsuz
gibiydi. Ne sevinir ne üzülürdü. Babamın cenazesinde bile ağlamamıştı. Beni
sever miydi? Bilemiyorum. Hiçbir şeyimi eksik tutmaz ama hiç sarılmaz, öpmezdi.
Komşular güzelliğimi överken boş boş bakar, hafiften başını sallardı.
Üniversite için Ankara’ya gitmeme sevinmişti galiba. Öyle hissetmiştim.
Diplere gömüp unutmaya çalıştığım anıların ortaya
saçılmasından huzursuz, koltuktan kalktım. Duşa girdim. Dışarıdaki gölgeyi unutmuştum
bile. Annemle babam ölmüşlerdi. Beni rahatsız edemezlerdi. Akan suyla birlikte
tüm anılarımı, acılarımı, yoksunluklarımı akıtıp yıkandım. Üzerime yapışmış ter
gibi pis kokmuyordum artık. Temizdim.
Üniversite için Ankara’ya gittikten sonra hayatım değişmiş,
öğretmen olmuştum. Bir daha eve dönmedim. Bir tek annemle babamın cenazelerinde
gidip hem onları hem onların taşıdıkları acıları gömmüştüm. Ayaktaydım. Ne
babamın sahte şefkati ne de annemin beni yok sayan bencilliği beni yıkamamıştı.
Güçlüydüm. Hiçbir erkeğe ihtiyacım yoktu. Evlenmedim. Bir gölgeden korkmuş
olmama güldüm.
Ertesi gün okula gittim. Bir hafiflik vardı üzerimde.
Gölgeyi alt edebilmiş olmanın keyfi. Hayat böyle bir şeydi işte. Güçlü olan güçsüzü
yeniyordu. Kimi paramparça olmuş kalbinden dağılıyordu, kimi ise parçaları
toplayıp, yapıştırıp yoluna devam ediyordu. Annem dağılmıştı. Ben ise
toplamıştım. Yapıştırıcım ise annemin zayıflığına, bana sahip çıkamayışına
duyduğum öfke olmuştu. Sağlam bir yapıştırıcı! Babam ise… Babam bir zavallıydı.
Derste, sınıfın en parlak öğrencilerinden Merve’nin çok
sessiz olduğu dikkatimi çekti. Uyumamış gibiydi. Gözleri şiş, dalgın dalgın
pencereden dışarı bakıyordu. Onu kendi haline bırakıp derse devam ettim. Son
dersti. Zil çalınca, bütün öğrenciler günü bitirmiş olmanın keyfiyle koşa koşa
evlerinin yolunu tuttular. Masamı toplarken Merve’nin yerinden hareket
etmediğini gördüm. “Merve, zil çaldı. Hadi evine kızım “ dememle ağlamaya
başladı. Yanına gittim. Saçlarını okşayarak” ne oldu Merve?” diye sordum.
Hıçkırıklarının arasında “ eve gitmek istemiyorum.” dediğini duydum.
-
Neden Merve?
-
Anlatamam .
-
Olmaz kızım, merak ederler seni.
Gözyaşları içinde gözümün içine
baktı. Yalvarır gibiydi.
-
Ne olur eve göndermeyin beni.
Mecburen aldım onu eve götürdüm. Eve giderken annesini
aradım ve Merve’nin benimle olduğunu, merak etmemelerini söyledim. Annesi
teşekkür edip, akşama abisinin gelip onu alacağını söyledi. Merve’ye bu bilgiyi
verdiğimde maymun gibi bana sımsıkı sarılıp “beni ona bırakma “ diye ağlamaya
başladı. Anladım.
-
Merve, abin sadece seviyor seni. Sevgisini böyle
gösterebiliyor çünkü erkekler zayıf.
-
Acıtıyor ama…
-
Sen güçlü bir kızsın. Bu acıya dayanabilirsin.
Ne kadar çok dayanabilirsen o kadar güçlü olursun.
Merve’nin ağlaması kesildi. Bana
baktı. Gözlerindeki kararlılığı görebiliyordum. Gülümsedim. Gülümsedi.
Akşam abisi geldi, Merve’yi aldı.
Yirmili yaşlarda boylu poslu bir delikanlıydı. Merve’nin kulağına fısıldadım. “
Haydi, gücünü göster. “ Onu abisinin
eline teslim ederken, delikanlının gözlerinin içine baktım. Gözlerim çakmak
çakmak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder